Rivâyet olunduğuna göre, Sıddîka-i müşârün-ileyhâ şöyle demiştir: Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem bir sefere çıkmak istediği zaman kadınları arasında kur`a çekmek i`tiyâdında idi. Onlardan hangisini kur`ası çıkarsa Resûlullah ile berâber o yola çıkardı. (Benî Mustalık) gazâsına gitmek murâd edildiği zaman da Resûlullah kur`a atıp benim ismim çıkmıştı. Resûlullah ile berâber sefere çıkmıştım Bu sefer, Hicâb âyeti inzâl buyurulduktan sonra idi. Ben mahmil içinde yükledilir ve (konak yerinde) mahmil içinde indirildim. Bu sûretle gittik. Nihâyet Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem bu gazâsından fâriğ olup da dönerek Medîne`ye yaklaştığımızda (bir konak yerine indi. Gecenin bir kısmını orada geçirdi. Sonra) göç edilmesini bildirdi. Hareket emri verildiği zaman ben kalkıp (kazâ-yi hâcet ederek dönüp râhileme geldim. Bir de göğsümü yokladım. Yemen`in göz boncuğundan (dizilmiş) kılâdemin koptuğunu anladım. Artık dönüp gerdanlığımı aradam. Fakat onu aramak beni yoldan alıkoymuştu. (Ben öyle zannetmiştim ki, heyet-i seferiye bir ay meksetseler benim devemi, ben mahmilimde bulunmadıkça sevketmezler.) Halbuki yolda bana hizmet edenler gelip mahfemi yüklemişler, ve mahfemi râkib olduğum deve üzerinde götürmüşlerdi. Onlar beni mahfe içinde sanıyorlarmış. O zaman kadınlar hafif idi. Ağır vücutlu değillerdi. Az yemek yerlerdi. Bu cihetle hizmetçiler mahfeyi yüklemek üzere kaldırdıklarında mahfenin derece-i sıkletinin farkına varmıyarak yüklemişler. Husûsiyle ben küçük yaşta bir kadındım. Bu cihetle deveyi sürüp yürümüşler. Asker gittikten sonra ben kılâdemi buldum. Ve ordugâha geldimse de orada kimse yoktu. Orada evvelce bulunduğum menzile geldim. Öyle zannetmiştim ki, şimdi mahmilde beni bulamazlar da dönüp bana gelirler. Ben bu düşünce ile oturduğum sırada idim ki, gözlerime uyku galebe ederek uyumuşum. Safvân İbn-i Muattal (ki, arkadan gelerek askerin metrûkâtını toplamağa ve menzile götürüp ashâbına vermeğe me`mûr idi). Askerin arkasından sabaha yakın bulunduğum yere gelmiş ve bir insan karaltısının uyuduğunu görerek yanıma yaklaşmış (ve tanımış). Bu zât beni kable`l-hicâb görmüştü. Safvân devesini çöktürdüğü sırada (hayret ederek:) "Biz her halde Allah`ınız ve muhakkak O`na dönüp varacağız" demiş, ben de bu sesle uyanmışım. (Uyanınca hemen ferâceme büründüm). Safvân devesinin ön ayağına, (beni binsin diye ayağını) bastı. Ben de deveye bindim. Safvân, râkib olduğum râhileyi yederek önde yürüdü. Nihâyet kafile konak yerine indikten sonra öğle sıcağında askere yetiştik. Bu sırada (hakkımda iftirâ ederek) helâk olan helâk olmuştur. İftirâya ibtidâ` tesaddî eden Selûl kadının oğlu Abdullah İbn-i Übey olmuş. Medîne`ye gelince ben bir ay hastalandım. Meğer bu sırada halk arasında Ashâb-ı İfk`in bühtanları dolaşıyormuş. (Bunlardan tamâmiyle bî-haberdim). Yalnız hastalığımda beni işkillendiren bir cihet vardı: Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`den, başka hastalığım zamânında görmüş olduğum lûtf-ü şefkati bu hastalığımda görmüyordum. Ancak yaınma giriyor, selâm veriyordu. Ve (adımı anmadan) hastanız nasıl? diyor (, bununla iktifâ ediyor) du. Benim (Ehl-i İfk`in söyledikleri) hiç bir şeyden haberim yoktu. Nihâyet nekahet devrine girmiştim.