Ömer İbn-i Hattâb (hilâfetinin ikinci yılında bir ordu techîz ederek) Îran`ın mahal ta`yîn etmiyerek büyük şehirleri üzerine müşriklerle harbetmek üzere göndermişti. Bunun üzerine Hürmüzân müslüman oldu. (Hazret-i Ömer de onu mukarrebîni arasına alarak): - Ey Hürmüzân! Şimdi seninle (Îran fütûhâtını tamamlamak için) şu Fars, Isfahan, Azarbaycan hakkında istişâre ediyorum. Bunlardan, önce hangisinin fethine başlanmalıdır? diye sordu. Hürmüzân cevap vererek: - Evet Emîre`l-mü`minîn! Bu toprakların ve buralarda bulunan müslüman düşmanı halkın benzeri, iki kanadı, iki ayağı ve bir başı bulunan bir kuştur ki, bu kuşun bir kanadı kırıldığı farz edilse (o ölmez), bir kanadı ve bir başı ile iki ayağı ile (yaşar) durur. Amma kuşun başı ezilirse ayakları da, kanatları da, başı da (kırılır, ezilir) gider. İmdi bu işte baş, Kisrâ`dır. Kanadın biri Kayser`dir, öbürüsü de Fars`tır. Yâ Emîre`l-mü`minîn! Şimdi siz müslümanlara emrediniz de toptan Kisrâ üzerine hareket etsinler! dedi. (Îran harp târihinin son derece hulâsa edilmiş bu birinci safhasıdır). Râvî Cübeyr İbn-i Habbe (Îran vakayiinin ikinci bir safhasını rivâyet ederek) demiştir ki: (Kadisiyye fethinden geldikten sonra bir gün) bizi Ömer gazâ için çağırdı. Üzerimize de Nu`mân İbn-i Mukarrin`i kumandan dikti. (O da Kadisiyye fethinden yeni gelmişti. Bu yeni ordu içinde İbn-i Ömer ve Ashab`tan pek çok kimseler vardı. Biz Medîne`den hareket ederken Hazret-i Ömer Ebû Mûse`l-Eş`arî`ye Basra kuvvetleriyle, Huzeyfe`ye de Kûfe kuvvetleriyle hareket etmelerini ve Nehâvend`de birleşmelerini yazdı. Biz de Medîneden hareket ederek) düşman diyârında Nehâvend`e varıp birleştik. Kisrâ`nın kumandanı bizi (Fars, Kirman ve sâire ahâlîsinden) kırk bir kişilik bir kuvvetle karşıladı. Ve kumandan tarafından gelen bir tercüman bize: - Bâzı şeyler soracağım: İçinizden bir kişi bana cevap versin! dedi. (Ashâb`ın hakîm ve hatiplerinden) Muğîre İbn-i Şu`be: - Ne istersen sor! demesi üzerine tercüman (istihfafkârâne ve taşa, ağaca seslenir gibi): - Siz ne (mülevves) şeylersiniz? dedi. Muğîre şöyle cevap verdi: - Biz Arap ırkından birtakım kimseleriz. Biz vaktiyle azgın bir şakavet, zorlu bir belâ ve mihnet içinde yaşarken, açlıktan hurma çekirdeği, deri parçası sorarken, deve yününden ve kıldan elbîse giyerken, ağaca ve taşa taparken; hulâsa biz, böyle koyu bir vahşet ve cehâlet içinde iken göklerin ve yerlerin Rabbı, şânı âlî ve azameti mütecellî olan Allahu Teâlâ bize kendi aramızdan bir Peygamber gönderdi. Biz onun babasını anasını (aramızdaki şerefini, haseb-ü nesebini, doğru sözlülüğünü) biliriz. Şimdi Rabbımızın gönderdiği bu azîz Peygamberimiz salla`llahu aleyhi ve sellem bize -siz yalnız bir Allah`a ibadet edinceye, yâhut cizye verinceye kadar- sizinle harp etmemizi emir buyurdu. Ve Peygamberimiz salla`llahu aleyhi ve sellem Rabbımız nâmına bize haber verdi ki: bizden cihad uğrunda hayâtını fedâ edenler doğru Cennet`e gider. Ve Cennet`te, asla misli görülmedik ni`mete nâil olur. Şehid olmayıp da geride hayatta kalanlar da sizi esîr edip rakabenize mâlik olurlar: (Muğire İbn-i Şu`be bu âteşîn hitâbesini zeval vakti bitirmişti. Ve harpten başka bir çıkar yol olmadığını anlamıştı. Kumandanımız Nu`mân İbn-i Mukarrin`e harbe başlanmasını teklîf etti. Bunun üzerine) Nu`mân: - (Azîz kardeşim Muğîre!) Allahu Teâlâ seni, Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem ile berâber bu vak`a gibi bir çok muhârebelerde bulundur (makla mübâhi kıl) dı. (Hatırlarsınız ki, Resûlullah gündüzün ilk saatinde harbe başlamazsa zevalden sonraya te`hîr ederdi). Şimdi sabır ve teennî size nedâmet vermez. Ve sizi düşman nazarında küçük düşürmez. Benim Resûlullah ile bulunduğum bütün muhârebelere Resûlullah, gündüzün ilk saatinde harp etmezse, (zevalden sonra) tâ rüzgâr esip (öğle sisi geçinceye) namazlar kılınıncaya kadar intizâr etmek i`tiyâdında idi, dedi. (Ve müsâit zamanda taarruz emrini verdi).