Rivâyete göre şöyle demiştir: Biz âile ve kabîlece halkın yol uğrağı bir yerde oturduk. Bize kervanlar uğrarlardı. Biz de yolculara: - Bu insanlara ne oluyor? Şu kişiye (Resûlullah`a) ne oluyor? diye sorardık. Onlar da bize: - O zat, Allah kendisini Peygamber gönderdi, ve ona vahyetti sanır. Yâhud Allah şu kitabı ona vahyetti sanır! di(ye Resûlullah`tan öğrendikleri bâzı âyetleri bize haber veri)rlerdi. Ben de o sözü (Kur`ân`ı) ezberledim. Sanki o âyetler gönlüme yapışmış (nakşolunmuş) du. Esâsen (Kureyş`den başka) Arab kabîleleri de Müslümân olmak için Mekke`nin fethini gözlüyorlardı. Ve: - Peygamberlik iddiaeden bu adamı kendi kavmi (Kureyş) ile başbaşa kendi hallerine bırakınız! Eğer o, Kureyş`e galib gelirse hiç şüphesiz o, sözünde doğru hak bir Peygamber`dir! derlerdi. Vaktâki, Mekke fâtihleri muzaffer oldular, bütün Arab kavmi İslâm câmiasına koştu. Babam (Selime) de kavmimle berâber Müslüman olmağa can attı. Mekke`den dönüp gelince bize: - Vallahi ben size bir hak Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in yanından geliyorum; o, bize: Filânca namazı şu vakitte kılınız! di (ye bütün namaz vakitlerini bildir)di. Namaz vakti gelince de biriniz ezân okusun ve Kur`ân`ı en çok bileniniz size imâmet etsin! buyurdu, dedi. Bunun üzerine kabîle halkı batkılar. İçlerinde benden çok Kur`ân bilen bir kimse bulunmadı. Çünkü ben köyümüze uğrayan kervanlardan Kur`ân öğrenmiş bulunuyordum. Bu cihetle kabîle halkı beni önlerine imâmete geçirdiler. Halbuki ben o sırada altı, yâhud yedi yaşında çocuktum. Üzerimde de (elbîse olarak yalnız) bir bürde vardı. Secde ettiğimde avret yerinden yukarı toplanır (açılır) dı; bu hâli gören kabîlemizden bir kadın (cemâate hitâb ederek): - İmâmınızın kılığını gözümüzden örtseniz a! dedi. Bunun üzerine cemâat (Ummân kumaşı) satın alıp bana bir gömlek biç (ip dik) diler. Bu gömleğe sevindiğim kadar hiç bir şey ile ferahlanmadım.