Hazret-i Câbir demiştir ki: (Bir kerre) yanımızdan bir cenâze geçmişti de Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem cenâze geçtiği için kıyâm etmişti. Biz de (kendisine uyarak) ayağa kalktık. Ve: - Yâ Resûla`llâh! Bu bir yehûdî cenâzesidir, dedik. Resûl aleyhi`s-selâm: - Bir cenâze gördüğünüzde (müslim olsun, kâfir olsun) kıyâm ediniz!. (Çünkü ölüm korkunç şeydir) buyurdu.
Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki: Cenâze (tabuta) konulup erkekler omuzlarına yüklendiklerinde o cenâze iyi bir kişi ise: Beni (sevâbıma) ulaştırınız, der. Eğer o cenâze kötü bir kişi ise: Eyvâh! Bu cenâze ile nereye gidiyorsunuz? diye feryâd eder. Cenâzenin bu sayhasını (gâfil) insandan başka her mevcûd işitir. İnsan da bunu duysa derhal bayılır.
Nebî aleyhi`s-selâm`ın şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: Cenâzeyi (i`tidâl ile) everek naklediniz. Eğer bu ölü iyi bir kişi ise bu bir hayırdır. Onu (bir an evvel kabirdeki) hayır ve sevâbına ulaştırmış olursunuz. Eğer bu cenâze iyi bir kişi değilse, bu da bir şerdir. (Bir an evvel) omuzlarınızdan atmış bulunursunuz.
(Nâfi` tarîkı ile) şöyle rivâyet edilmiştir: (Nâfi` demiştir ki:) İbn-i Ömer`e: - Ebû Hüreyre, cenâzeye uya (rak kabre kadar gide)n kimse için bir kırat (ecir) vardır, diyor, (Siz ne dersiniz?) denilmişti. İbn-i Ömer: - (Artık) Ebû Hüreyre de bize (hadîs rivâyet etmekte) çok oldu, diye cevâb vermişti. Fakat Âişe radiya`llâhu anhâ Ebû Hüreyre`yi tasdîk ederek: - Ebû Hüreyre`nin dediğini ben de Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`den işittim, demesi üzerine Abdullâh İbn-i Ömer: - Allâh`ın bir çok ihsanlarını almakta kusûr ettik (desen a) buyurdu.
Şöyle nakledilmiştir: Nebî aleyhi`s-selâm âhirete rıhlet eylediği hastalığında: "Allah yehûd ve nasârâyı rahmetinden uzak kılsın!. Bunlar peygamberlerinin kabirlerini birer mescid edindiler" buyurmuştur. (Hazret-i) Âişe: "Böyle bir endîşe olmasaydı (Ashâb-ı Kirâm) Resûlullâh`ın kabrini açık bırakırlardı. Lâkin ben mescîd ittihâz edilmesinden korkarım" demiştir.
Şöyle rivâyet edilmiştir: İbn-i Cündeb demiştir ki: Loğusalığından dolayı vefât eden (Ensâr`dan Ümm-i Kâ`b adlı) bir kadına Resûlullâh`ın arkasında namaz kıldım. Resûl aleyhi`s-selâm cenâzenin (tam) ortası hizâsına doğru durmuştu.
Cenâzeye namaz kıldığı ve (nemezde cehren) Kur`ân-ı Kerîm`in Fatîha (sûre) sini okuyup (sonra da) bilsinler ki, Fâtiha okunması sünnettir, dediği rivâyet edilmiştir.
Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: (Mü`min) kul, kabrine konulup onun ashâb ve yârânı geri dönüp gittiklerinde -ki meyyit, bunlar yürürken ayakkablarının sesini bile muhakkak işitir- ona (Münker ve Nekîr adlı) iki melek gelir. Bunlar meyyiti oturturlar. Ve ona: - Hâ! Şu Muhammed -salla`llâhu aleyhi ve sellem- denilen kimse hakkında (ki kanâatin nedir?) Ne dersin? diye sorarlar. O mü`min de: - Samîmî bildiğim ve size de bildirmek istediğim şudur ki, Muhammed salla`llâhu aleyhi ve sellem Allâh`ın kulu, ve Allâh`ın Resûlü`dür, diye cevab verir. Bunun üzerine melekler tarafından: - Ey mü`min! Cehennem`deki yerine bak, Allâhu Teâlâ bu azâb yerini senin için Cennet`ten (yüce) bir makâma tebdîl eyledi, denilir. Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem: "O mü`min, Cehennem ve Cennet`teki iki makâmını birden görür" buyurmuştur. Fakat kâfir veyâhud münâfık olan meyyit (meleklerin bu suâline karşı): - Muhammed hakkında birşey bilmiyorum. Halkın ona (peygamber) dedikleri bir sözü (işitir), ben de halka uyup söylerdim, diye cevâb verir. Bu iki melek tarafından bu kâfir veya münâfıka: - Hay sen anlamaz ve uymaz olaydın! denilir, sonra bu kâfir veya münâfıkın iki kulağı arasına demirden bir topuzla vurulur. O topuzu yiyince kâfir veyâ münâfık şiddetli sayha ile bir bağırır ki, bu feryâdı ins ve cinden başka bu ölüye yakın olan herşey işitir.
Buhârî`nin tahrîcine göre Ebû Hüreyre demiştir ki: Melek-i Mevt Mûsâ aleyhi`s-selâm`a gönderildiğinde (şedîdü`ş-şekîme olan) Mûsâ, Azrâil`in yüzüne kemâl-i tehevvürle baktı. Bir halde ki, nüfûsu beşeriyyeyi kabza me`mûr olan bu bî-amân melek korktu, gözü karardı. Derin bir haşyet içinde Cenâb-ı Hakk`a: - Yâ Rab! Beni bir kuluna gönderdin ki, o ölmek istemiyor, diye arz-ı hâl etti. Cenâb-ı Hak Azrâil`e eski kudret ve metânetini iâde buyurarak tekrar Mûsâ`ya gönderdi. -Ma`dûd ve bir hudûdü müntehâ ile mahdûd ve muayyen olmak şartiyle kendisine arzu ettiği kadar yaşaması bahşedildiğini şöyle buyurdu. Mûsâ bu bahşâyiş-i ilâhîye muttali` olunca: - Yâ Rabbî! Bundan sonra ne olacak? Ölecek miyim, yoksa daha yaşıyacak mıyım, diye sordu. Taraf-ı İlâhîden: Öleceksin, buyuruldu. Mûsâ: - Öyle ise ölüm şimdi gelsin, niyâzında bulundu. Ve yine Cenâb-ı Hak`tan bir taş atımı menziline kadar kendisini Beyt-i Makdis`e yaklaştırmasını ve orada ölüp oraya defnolunmasını diledi. Ebû Hüreyre demiştir ki: Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem: - Eğer ben Mûsâ`nın medfeninde sizinle berâber bulunsaydım, onun yol kenarında olan ve kızıl bir kum tepesinin yanında bulunan kabrini size gösterirdim, buyurdu.
Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem Uhud (gazâsı) şehidlerinden ikişer kişiyi bir kabirde yerleştiriyordu. Ve bize: - Bunların hangisi Kur`ân`ı daha çok öğrenmiştir? diye soruyordu. Bu çift şehidlerden birisine işâret edilince, onu kabre önce koyuyordu. Ve sonra: - Kıyâmet gününde ben bu mücâhidlerin hayatlarını fedâ ettiklerinin şâhidiyim, buyurdu. Sonra da azîz şehidlerin gasledilmeden ve üzerlerine namaz kılınmadan kanlar içinde defnolunmalarını emreyledi.