Habbâb Hazretleri demiştir ki: Biz, (dünyâ için değil) rızâ-yı Bârî kasdederek, Nebî RS ile (Medîne`ye) hicret ettik. Artık ecr ü mükâfâtımız (va`d-i ilâhî muktezâsı) Cenâb-ı Hakk`a (şer`an) vâcib oldu. Yoldaşlarımızdan bu ecr ü ni`metten hiç bir şey tatmadan âhirete gidenler vardır ki, "Mus`âb İbn-i Ümeyr" bunlardan birisidir. Dostlarımızdan, kendilerine hicret semeresi ulaşan ve bu meyveyi devşirenler de vardır. Mus`âb, Uhud günü şehîd olmuştu da biz onu saracak bir kefen bulamamıştık. Yalnız şehîdin bir kaftanını bulmuştuk ve bu (azîz) şehîdi ona sarmağa çalışmıştık. Başını bürürken ayakları açılıyordu. Ayaklarını kapatırken başı açığa çıkıyordu. (Bu yoksulluk karşısında) Nebî RS bize şehîdin başını örtmemizi ve ayaklarının üstüne de "izhir" (denilen kokulu ottan) koymaklığımızı emreyledi.
[Sehl demiştir ki: (Bir gün) bir kadın, (elinde) kenarlı dokunmuş bir bürde ile Resûlullâh RS`in huzûruna girdi. (Sehl:) -Bilir misiniz bu bürde nedir? (diye oradakilere sordu). Onlar da: Şemledir, ihrâmdır, diye cevâb verdiler. Sehl, evet öyledir, dedi.] Kadın: -Yâ Resûla`llâh! Bu bürdeyi kendi elimle dokudum. Ve size geydirmek için geldim, dedi. Resûlullâh RS de aldı. Kendisinin böyle bir bürdeye ihtiyâcı var idi. Sonra Resûlullâh, bu bürdeyi giyerek biz (im yanımız)a çıktı. Filân (Sahâbe) de bu bürdeyi tahsîn ederek: Yâ Resûla`llâh! Bu ne güzel imiş? (Lûtfen) bunu bana geydir, dedi. (Resûlullâh: - Pekâlâ, buyurup Hâne-i Saâdet`e girdi. Ve durup o zâte gönderdi). Mecliste hâzır bulunanlar ona: - Bunu iyi etmedin. Nebî RS bu bürdeyi ihtiyâcı olarak geymişti. Sonra sen, Resûl-i Ekrem`den, kendisinin (hiç bir sâili) reddetmediğini bildiğin halde istedin, dediler. O da: - Vallâhi ben, bu bürdeyi geymek için istemedim. (Öldüğümde) kefenim olsun, diye istedim, cevâbını verdi. Sehl (İbn-i Sa`d): - Hakîkaten bu bürde o zâtin kefeni oldu, demiştir.
Ümmü Atıyye demiştir ki: Biz (kadınlar, Resûlullâh RS tarafından) cenâzeyi ta`kîb etmekten nehyolunduk. Cenâzeye ittibâ`, bizim üzerimize farz kılınmadı.
Ümmü Habîbe: Ben Resûlullâh RS`in şöyle buyurduğunu işittim, demiştir: Allâh`a ve Âhiret gününe îmân eden bir kadının zevcinden başka bir ölü için üç günden fazla yas tutması halâl değildir. Lâkin kadın, zevcine karşı dört ay on gün teessürünü izhâr eder.
Hazret-i Enes demiştir ki: Nebî RS, (çocuğunun) kabri yanında (avaz avaz) ağlamakta olan bir kadının yanından geçmişti de o kadına: - (Ey emetu`llâh = Ey Allâhım mahlûku kadıncağız!) Allâh`ın gadabından kork! ve sabreyle, (çığlık koparma!) buyurdu. Kadın: - Haydi benden uzaklaş, sen benim musîbetim ile müsâb değilsin ki, demişti. Halbuki kadın, Resûlullâh RS`i tanımıyordu. Kadına denildi ki: -Bu zât, Nebî RS`dir. Bunun üzerine kadın, Nebî RS`in (hâne-i Saâdetleri) kapısına geldi. Kadın, (saray kapıları gibi) Peygamber`in kapısı yanında kapıcılar, gözcüler bulmadı. (hemen huzûra girdi.) Ve: - Yâ Resûlullâh! Seni bilemedim, (beni affediniz) dedi. Resûlullâh: - Sabrın kemâli, musîbetin birinci darbesi sırasında (tahammül edebilmek) dir, buyurdu.
Üsâme Hazretleri demiştur ki: Nebî RS`in kızı (Zeyneb radiya`llâhu anhâ) Resûlullâh`a: - Oğlum öldü, bana geliniz, diye haber gönderdi. Resûlullâh da kızına selâm söyleyip: - Allâh`ın almak ve Allâh`ın vermek istediği her şey kendisine âiddir. Ve her şey`in ilm-i ilâhîde muayyen bir ömrü vardır. Kızım, sabret, ve bu sabrın Allah yanında ecr ü sevâbı olduğunu hatırla! diyerek cevâb yolladı. Bu def`a Zeyneb, Resûl aleyhi`s-selâm`a and vererek: - Her halde geliniz, diye haber gönderdi: Bu haber üzerine Resûlullâh kalktı. Maiyyetinde Sa`d İbn-i Übâde, Muâz İbn-i Cebel, Übey İbn-i Kâ`b ve Zeyd İbn-i Sâbit olduğu halde (Zeyneb`in evine geldi. Hasta) çocuk, Nebî RS (in kucağın) a verildi. Çocuğun hayâtı ihtizârda ve muztarib bir halde idi. Vücûdü (za`fiyetten) eski kırbaya dönmüştü. Resûlullâh`ın iki gözü yaş döküyordu. Sa`d İbn-i Übâde: - Yâ Resûlullâh! Bu yaş, bu ağlayış nedir ya? diye izhâr-i hayret etti. Resûl-i Ekrem: - Bu göz yaşı, Allâh`ın (merhametli) kullarının gönüllerine koyduğu rahmet(-i ilâhiyyenin eseri) dir. Cenâb-ı Hak bu rahmeti, kullarından şefkatli olan (gönül)lere ihsân eder, buyurdu.
Hazret-i Enes demiştir ki: Resûlullâh RS`in kızı (Ümmü Gülsüm radiya`llâhu anhâ) nın cenâzesinde bulunduk. Resûlullâh kabrin bir tarafına oturmuştu. Yine Enes: "Resûlullâh`ın iki gözünün yaş döktüğünü gördüm" demiştir. Ve yine demiştir ki: Resûlullâh RS: - İçinizde bu gece günâh işlememiş kimse var mıdır? diye sordu. Ebû Talha: - Ben varım (yâ Resûla`llâh) dedi. Resûlullâh: - Haydi kabre in, buyurdu. Enes Hazretleri: Bunun üzerine Ebû Talha, Ümmü Gülsüm`ün kabrine indi, demiştir.
Osmân radiya`llâhu anh`in kızı (Ümmü Ebân) Mekke`de vefât etmişti. (Namazında ve defninde) bulunmak için biz de bu cenâzeye gelmişdik. İbn-i Ömer ve İbn-i Abbâs radiya`llâhu anhüm de bu cenâzede hazır bulundular. Ben, İbn-i Ömer ile İbn-i Abbâs`ın arasına oturmuştum. Yâhud İbn-i Ömer`in yanına oturmuştum da İbn-i Abbâs da gelip benim yanıma oturmuştu. (Bu sırada evden kadınların feryâdı yükseldi). Bunun üzerine İbn-i Ömer (yanında bulunan Hazret-i) Osmân`ın oğlu Amr`e dedi ki: - Şu kadınları susturamaz mısın? Çünkü Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem: "Şübhesiz ki meyyit, âilesinin kendisine ağlamasından dolayı azâb edilir" buyurdu. Bunun üzerine Abdullâh İbn-i Abbâs da: - "Ömer radiya`llâhu anh, meyyit, kendisine âilesinin her ağlaması yüzünden değil, bâzı gûnâ ağlaması sebebiyle azâb olunur, der idi" dedi. Sonra da İbn-i Abbâs şu hâdiseyi anlattı: - Ben Mekke`den Ömer radiya`llâhu anh ile birlikte hacdan dönmüştüm. Biz, (Mekke ile Medîne arasındaki) "Beydâ`" mevkiinde duraklamakta iken büyük bir ağacın altında develi bir yolcu kâfilesi göründü. Ömer bana: - Git bak bakalım, bu kâfile içinde kim var? dedi. Ben de baktım. Ve derhal "Suheyb"i tanıdım. Ve (Hazret-i) Ömer`e haber verdim. - Öyle ise Suheyb`i bana çağırınız, dedi. Suheyb`in yanına döndüm. Ve: - Emîrü`l-mü`minîn`in yanına buyurunuz, ve (onun mevkibine) iltihâk ediniz, dedim. (Berâber Medîne`ye geldik. Çok geçmedi), Ömer vurulduğunda Suheyb: - Ey Suheyb! Bana mı ağlıyorsun? (Sakın ağlama!), Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem: "Meyyit, âilesinin bâzı gûnâ ağlamalarından dolayı azâb olunur, buyurdu" dedi. (Sonra) İbn-i Abbâs (şöyle) anlattı: Hazret-i Ömer vefât ettiğinde bu vak`ayı Hazret-i Âişe radiya`llâhu anhâ`ya anlattım. O da dedi ki: - Allah, Ömer`e rahmet etsin. Allâh`a yemîn ederim ki, Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem: "Allah, ehil ve âilesinin ağlamasından dolayı bir mü`mini azâb eder" dememiştir.L âkin Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem: "Allah, ehl ü âilesinin kendisine ağlamasından dolayı kâfirin azâbını tezyîd eder" buyurdu. Âişe radiya`llâhu anhâ (sözüne devamla): - Size Kur`ân kâfîdir. Cenâb-ı Hak: "Hiç bir günahkâr, başkasının günâhını yüklenmez" buyurmuştur. Âişe radiya`llâhu anhâ`nın sözlerinin naklini müteâkıb Abdullâh İbn-i Abbâs: - "İnsanı Allah güldürür, Allah ağlatır" dedi. (Râvî) İbn-i Müleyke (bunları nakl ü rivâyet ettikten sonra): - Allâh`a yemîn ederim ki, İbn-i Ömer radiya`llâhu anhumâ bundan sonra bir şey söylemedi, demiştir.
Hazret-i Âişe demiştir ki: Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem (bir kerre) âilesi başında ağlaşmakta olan bir Yehûdî karısının (mezarı) yanından geçmişti de: "Bunlar ölülerine ağlıyorlar. Halbuki ölü kabrinde azâb olunuyor" buyurmuştu.
Mugîre, Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğunu işittim, demiştir: Benim ağzımdan yalan söylemek, başka bir kimseyi dedi diye yalan söylemek gibi değildir. Her kim bile bile benim ağzımdan yalan uydurursa Cehennem`deki yerine hazırlansın! Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğunu da işittim: Hangi meyyit ki, ona nevha ve figân edilirse, bu nevha sebebiyle azâb olunur.