Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: Hayâtım yed-i kudretinde olan Cenâb-ı Hakk`a yemîn ederim ki, sizden birinizin urganını alarak arkasına (dağdan) odun topla(yıp yükleyerek satıp geçin)mesi, bir kimseye gelip de ondan sadaka istemesinden elbette daha hayırlıdır. (Kim bilir) o da ya verir, (minneti altına girersin!) yâhud da vermez. (Zilletini çekersin!).
Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem`den şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: (Sizden birinizin urganını alıp) arkasına odun demeti yükleyip getirerek odunu satması, ve (alın teriyle) bu kazancından dolayı Allâh`ın, onun yüzü (suyu) nu (nâmerd önüne dökülmekten) esirgemesi, elbette bu (afîf) kimse için halktan istemekten çok şereflidir. (Kim bilir?) Onlar (da) ya verirler, (minnet altına girer), yâhud vermezler, (zilletini çeker).
Şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`den (bir kere dünyâlık) istedim. Bana verdi. Sonra kendisinden (bir daha) istedim. (Yine) bana verdi. Sonra (üçüncü bir daha) istedim. (Bu defa da) bana verdi. Bundan sonra buyurdu ki: - Ey Hakîm, şu mal (yok mu? Sanki o, manzarası) yeşil, (zevkı) tatlı gûnâ-gûn mevvadır. Her kim bu malı, ferâgat-i nefs ile (hırssız) alırsa, o mal, kendisi için bereketli ve meymenetli olur. Bir kimse de bunu hırs ile alırsa, bu mal, alan için şerefli ve bereketli olmaz. O muhteris kimse (dâü`l-kelebe tutulmuş) bir obur gibidir. Dâimâ yer, bir türlü doymaz. (Veren) yed-i ulyâ, (alan) yed-i süflâdan hayırlıdır. Hakîm, (İbn-i Hizâm) demiştir ki, ben: - Yâ Resûla`llâh! Seni Hak Peygamber gönderen Allâhu Teâlâ`ya yemîn ederim ki: ben şu dünyâdan ayrılana kadar senden başka hiç bir kimseye, hiç bir şey için elimi uzatmam (benim elim, senden sonra Arab neslinin elleri altında bulunamaz) dedim. (Hakîkaten) Ebû Bekr radiya`llâhu anh (hilâfet-i zamânında), beytü`l-mâldeki hakkını vermek için Hakîm`i da`vet etmiş, fakat Ebû Bekr`in bu ihsânını kabûl etmekten imtinâ eylemiştir. Sonra Ömer radiya`llâhu anh de hakkını vermek için da`vet etmiş, ondan da almaktan imtinâ eylemiştir. Bundan sonra Hazret-i Ömer (Mahzar-i Sahâbe`de): - Ey cemâat-i müslimîn: Hakîm hakkında sizi işhâd ederim ki: ben, harac ve ganîmet malından muayyen olan hakkını kendisine arz ediyorum. O, almaktan imtinâ ediyor, dedi. Ve (hakîkaten) Hakîm, Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`den sonra tâ vefât edene kadar, kimseden bir şey almamıştır.
Şöyle dediğ rivâyet edilmiştir: Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem bana arada sırada Beytü`l-mâlden gâzîlik bahşışı verirdi. Ben de: - Yâ Resûla`llâh! Bunu benden daha ziyâde muhtac olan bir fakîre veriniz!derdim. Resûlullâh da cevâben: - Sen bunu al!. Sana bu sûretle bir mal geldiğinde -sen harîs bir kimse olmadığın, tâlib de bulunmadığın için- sen o malı al!. Böyle kendi gelmiyen ve nefsin kendisine temâyül eden bir malın peşinde de nefsini koşturma! buyurdu.
Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir: Bâzı harîs, yüzsüz kimse, hiç durup dinlenmeden dâima halktan ister. En sonu kıyâmet gününde bu yüzsüz adam, yüzünde bir et parçası olmaksızın (Arasat meydanına) gelir. Yine Resûlullâh buyurmuştur ki: Kıyâmet gününde güneş (insanlara) o kadar yaklaşır ki, hattâ (harâretin te`sîriyle) dökülen ter, insanın (boyunca) kulak ortasına erişir. İşte insanlar bu elîm vaziyette bulundukları sırada (evvelâ) Âdem, sonra Mûsâ, sonra Muhammed salla`llâhu aleyhi ve sellem`den şefâat dilerler.
Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: Hani o (sadaka için) halkı, (kapı kapı) dolaşıp halkın kendisine bir iki lokma, bir iki hurma verdiği dilenci makûlesi (yok mu? Bunlar) miskîn değildir. Belki (hakîkî) miskîn, kendini geçindirecek gınâya mâlik olmıyan ve kendisine sadaka vermek için (halkca) zarûreti bilinemiyen, kendisi de kalkıp halktan (sadaka) istemiyen afîf, nezîh kimsedir.
Şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Tebük gazvesinde biz de Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem ile birlikte gazâ etmiştik. Resûl-i Ekrem Vâdi`l-Kurâ`ya vardığında kendi bahçesinde çalışan bir kadına tesâdüf edildi. Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem Ashâbına: - Şu (bahçedeki) hurmayı tahmîn ediniz! buyurdu. (Biz tahmîn ettik). Resûlullâh da on vesk tahmin buyurdu. Ve bahçe sâhibi kadına: - (Hurma toplarken) buradan ne kadar (kile) çıktığını say! buyurdu. Tebük`e geldiğimizde Resûlullâh (bize): - Bu gece muhakkak şiddetli bir rüzgâr esecektir. Sakın kimse bulunduğu yerden ayağa kalkmasın!. Devesi olanlar da devesini (sıkı) bağlasın! buyurdu. Biz de develerimizi (sıkıca) bağladık. Ve (hakîkaten o gece) şiddetli bir rüzgâr esti. O sırada birisi ayağa kalkmıştı. Rüzgâr onu "Tay" dağına sürükleyip attı. (Bu sefer de) Eyle Melîki Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem`e (Düldül adlı) beyaz bir katır hediye etmiş ve bir bürd(-i yemânî) giydirmişti. Resûlullâh da Melîke sâhil-i bahirdeki beldeleri halkı için bir emannâme yazdırmıştı. (Avdetde) Resûlullâh Vâdi`l-Kurâ`ya gelince, hurmalık sâhibi kadına: - Bahçenden ne kadar hurma geldi? diye sordu. O da: - Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`in tahmîni vechile on vesk geldi, diye cevâb verdi. (Hey`et-i seferiyye Medîne`ye yaklaşınca) Resûlullâh: - Ben Medîne`ye (yetişmek için) acele ediyorum. Sizden kim bir an evvel benimle Medîne`ye varmak isterse, acele etsin! buyurdu. Medîne`ye yaklaşıp uzaktan görününce de (eliyle işâret ederek): - İşte Tâbe, (Medîne) buyurdu. "Uhud"ü görünce: - İşte dağcağız! Uhud bizi sever, biz de onu, buyurdu. (Sonra mahiyetindekilere): - Dikkat eder misiniz? Size Ensar mahallelerinin en hayırlısını haber vereyim!, buyrud. Ashâb-ı Kirâm: - Evet, haber ver! dediler. Resûlullâh: - (Evvelâ) Benî Neccar mahallesi, sonra Benî Abdi`l-Eşhel mahallesi, sonra Benî Sâide mahallesi, yâhud Benî Hâris İbn-i Hazrec mahallesi, buyurdu. Hulâsa: bütün Ensâr mahaller(i halkı)nda hayır, necâbet vardır, demek istemişti.
Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem`den şöyle buyurulduğunu rivâyet eden Abdullâh İbn-i Ömer radiya`llâhu anhümâ`dan nakledilmiştir: Yağmurun ve pınar (ırmak gibi akar sular) ın ya kökünü; yâhud urûkunu suladığı eşçâr ve mezrûatta (vâcib olan) öşürdür. Dolapla sulananlarda da nısıf öşürdür.
Şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Hurma devşirildiği sırada Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem`e (sadaka) hurma getirilirdi: şu (biri bizzat) hurmasiyle gelirdi. O (biri) de hurmasından (gönderirdi). Bu hurmalar Resûlullâh`ın yanında bir harman, bir tınas olurdu. (Bir kere) Hasen, Hüseyn radiya`llâhu anhümâ bu hurmalarla oynarken çocuklardan biri, (Hasen İbn-i Alî) ansızın (bu sadaka hurmasından) bir hurma alıp ağzına koydu. Resûlullâh salla`llâhu aleyhi ve sellem çocuğa (şöyle bir) baktı. (Zekî) çocuk hemen hurmayı ağzından çıkardı. Sonra Resûlullâh: Sen Muhammed`in ehl-i beytinin sadaka malı yemediklerini bilmez misin? buyurdu.
Şöyle dediği rivâyet edilmiştir: (Bir kere yaya bir mücâhide) Allah rızâsı için bir at vermiştim. At tasarrufunda bulunan bir adam, (bakmıyarak) hayva (nın değeri) ni kaybetti. Bu cihetle hayvanı bundan almak istedim. Ucuzca da satar sanıyordum. Bu düşüncemi Nebî salla`llâhu aleyhi ve sellem`den sordum. Resûlullâh: (Sakın) bu atı satın alma, sana bir dirheme verse de sadakana rücû` etme! Çünkü sadakasına rücû` eden kişi, kustuğu nesneyi yemeğe dönen kimseye benzer, buyurdu.