Rivâyete göre (Hazret-i Âişe`nin câriyesi) Berîre`nin kocası, Mugîys denilen bir köle idi. (Berîre`yi çılgınca severdi). Hâlâ gözümün önünde görür gibiyim. Zavallı Muğîys ağlıyarak ve göz yaşlarını sakalına dökülerek Berîre`nin arkasında döner dolaşırdı (Berîre ise hiç hoşlanmazdı). Bir kere Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem (babam) Abbâs`a: - Ey Abbâs! Mugîys`in Berîre`ye aşırı sevgisine, Berîre`nin de ona olan buğzuna, nefretine hayret etmez misin? buyurdu. Sonra da Berîre`ye: Keşki şu Mugîys`e rucû` etsen olmaz mı? buyurdu. Berîre de: - Yâ Resûla`llah! Mürâcaatımı emrediyor musunuz? dedi. Resûl-i Ekrem: - Hayır ben (emretmiyorum;) şefâat ve iltimâs ediyorum, buyurdu. Bunun üzerine Berîre: - Öyle ise o adama benim ihtiyâcım yoktur, dedi.
Rivâyete göre Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem: "Ben, yetim işine bakan kimse ile berâber Cennet`te şöyle bulunacağız!" buyurmuş ve şahâdet parmağıyle orta parmağını bir az açarak işâret etmiş (ve halka göstermiş) dir.
Rivâyete göre (Bâdiye halkından) bir kişi Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`e gelerek: - Yâ Resûla`llah! Benim siyah çocuğum oldu. (Karımdan şüpheleniyorum) dedi. Resûl-i Ekrem de: - Senin develerin var mı? diye sordu. Bedevî: - Evet var, dedi. - O develerin renkleri nasıldır? diye sordu: - Kırmızdır, diye cevab verdi. - Bunların içinde beyazı siyaha çalar boz deve var mıdır? dedi. - Evet vardır, diye cevab verdi. Resûl-i Ekrem: - O boz renk nereden oldu? diye sordu. Bedevî - Soyunun bir damarına çekmiş olsa gerek, dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem: - Oğlun da eski bir soy köküne çekmiş olabilir, buyurdu.
Gelen -biribirlerine lâ`netle şahâdet eden karı koca hakkındaki hadîsde- Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in lâ`netleşen karı ile kocaya şöyle dediği rivâyet olunmuştur: - (Allah bilir ve bu cihetle) hesâbınız Allah`a âittir. (Kulun bildiği şudur ki:) İkinizden biri yalancıdır. (Ve zevce hitâb ederek: Mülâaneden sonra) kadın üzerinde alâkan ve kocalık hakkın kalmaz, (ayrılırsınız,) buyurdu. Bunun üzerine zevc: - Yâ Resûla`llah! Ya benim (mehir olarak verdiğim) malım ne olacak? dedi. Resûl-i Ekrem: - O mal sana âid değildir. Çünkü sen kadına zinâ isnâdında doğru olsan bile, o malı sen, kadının ırzını kendine halâl kılmak mukabilinde vermişdin (ve kadının olmuştu). Eğer sen zinâ isnâdında yalancı isen mehir malını istemek sana daha uzakdır, buyurdu.
Rivâyete göre, kocası ölen bir kadının akrabâsı, onun gözlerinin ağrımasından endîşe ederek Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`e gelip kadının gözlerine sürme çekmesine izin istediler. Fakat Resûl-i Ekrem izin vermedi, şöyle buyurdu: O kadın iddet içinde sürme çekemez. Hem ey kadınlar! (Câhiliyet zamânında) sizden biriniz (in kocası öldüğünde) en kötü elbîsesi içinde ve evininin en fenâ bir tarafında bir sene beklerdi (ve koku sürünmez, kocasının bir sene mâtemini tutardı). Bir sene tamâm olup da yanından bir köpek geçip gittiği sırada kadın yerden bir deve tezeği (alıp kendi omuzundan arkaya) atardı. (Ve bu sûretle mâteminden çıkardı). Hülâsa bu kadın kocasının vefâtından i`tibâren dört ay on gün geçmedikçe gözlerine sürme çekemez.
Rivâyete göre, Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Her hangi bir müslüman kendi ehline -Allah`ın rızâsını kasdederek- infâk edip zarûrî ihtiyâçlarını te`min ederse, bu infâk o müslüman için sadaka olur.
Rivâyete göre, Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Dul kadınların ve bir günlük geçimi olmıyan fakirlerin nafakalarını kazanmağa koşan müslüman, Allah yolunad harb eden mücâhid gibidir. Yâhud gece namazlı, gündüz oruçlu kimse gibidir.
Rivâyete göre Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem (kendisine mahsûs olan) Benî Nadîr hurmalığının hurma mahsûlünü satardı ve âilesinin bir senelik nafakasını muhâfaza ederdi.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Bir gün son derece acıkmıştım. Yolda Ömer İbn-i Hattâb radiya`llahu anh`e kavuşdum. Azîz ve Celîl olan Allah`ın kitâbında (ve Âl-i İmrân Sûresi`nden) bir âyeti bana okumasını (ve istifâde etmemi) ricâ ettim. Ömer evine girdi. Ve o âyeti bana okudu. (Halbuki maksadım okumak değildi, karnımı doyurmakdı. Ömer bunu anlamamışdı, evden ayrılıp) uzak gitmeden (şiddetli açlıkdan) yüz üstü düştüm. Bu baygınlık sırasında Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in baş ucumda dikilerek bana: Yâ Ebâ Hüreyre diye seslendiğini duydum. Hemen ben: Buyur yâ Resûla`llah, emrine hazırım, her saâdet senindir, dedim. Resûlullah elimi tuttu, beni kaldırdı. Ve bu düşkün vaziyetimi anladı. Beni evine götürdü. Hemen büyük bir bardak süt içmemi emretti. Onu içdim. Sonra: Tekrak iç yâ Ebâ Hüreyre, buyurdu. Bir bardak daha içdim. Sonra bir daha süt emretti. Ben de tekrar içdim. Artık karnımın vaziyeti düzeldi, bir ok gibi dümdüz oldu. Ebû Hüreyre (rivâyetine devâm ederek) der ki: Bir müddet sonra Ömer`e kavuşmuştum. Ve başımdan geçen bu vâkıayı anlatarak: "Yâ Ömer, Allah benim karnımı doyurmağa senden daha lâyık bir zâtı, (Resûl-i Ekrem`i) me`mûr etti. Vallahi ben senden bana bir âyet okuyup öğretmeni ricâ etmişdim. Halbuki ben o âyeti senden daha düzgün okurdum!" dedim. Bunun üzerine Ömer, "Vallahi yâ Ebâ Hüreyre, seni evime koyup doyurmak benim için kızıl develer misâli kıymetli dünyâlığa mâlik olmakdan daha sevimlidir!" dedi.
Ebû Seleme`nin oğlu (ve Peygamberimizin oğulluğu) Ömer radiya`llahu anh`den rivâyete göre şöyle demiştir: Ben Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in terbiyesi altında bir oğlandım. Yemek yerken elim yemek kabının her tarafında dolaşırdı. Resûlullah bana: - "Ey oğul, (yemeğe başlarken) Allah adını an, (Bismi`llâhi`r-Rahmâni`r-Rahîm de) sağ elinle ye ve sana yakın olan tarafdan ye!" buyurdu. Bundan sonra ben her zaman Besmele ile, sağ elimle, önümden yemek yedim.