Rivâyete göre Ümm-i Harâm, Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in: - Ümmetimden denizde gazâ eden ilk muhâripler (Cennet`e girmeği) hak etmişlerdir, dediği işitmiştir. Ümm-i Harâm demiştir ki: ben de: - Yâ Resûla`llah! Ben bunların içinde miyim? diye sordum. Resûlullah: - Sen onların arasında (Cennet`e gidece bir şehîd) sin! diye cevâb verdi. (Râvî kadın devamla) bundan sonra Resûlullah: - Ümmetimden Kayser`in, (Şarkî Rum İmparatorluğunun merkezi olan İstanbul) şehrine gazâ eden ilk muhâripler için de yarlıganmak vardır! buyurdu. - Ben bunların içinde miyim yâ Resûla`llah!? diye sordum. Resûlullah: - Hayır! diye cevap verdi.
Rivâyet olunduğuna göre, Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: (İleride) Müslümanlar Yehûd ile harb edecek (ve onları tamâmiyle kırıp mahvedecek). Hattâ onlardan bir Yehûdî taş arkasına saklansa (da sağ kaldığı farz edilse) taş parçası da (dile gelerek) ey Allah`ın kulu, şu arkamdaki Yehûdî`dir, onu da öldür! diyecektir. (Ebû Hüreyre`den gelen) bir rivâyette de: Müslümanlarla Yehûd arasında kanlı bir harb olmadıkça kıyâmet kopmaz, buyurulmuş ve hadîsin geri kalan kısmı zikr edilmiştir (ki, bu harbde müslümanların yehûdîleri tamâmiyle tenkîl etmesinden ve bir tânesinin taş arkasında saklı kaldığı farzedilse bile taş da izhâr-ı husûmet ederek: ey müslüman, arkamda saklanan yehûdîyi de öldür! demesinden ibârettir).
Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in Ahzâb günü (Hendek harbinde) müşrikler aleyhine düâ ederek şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: Ey Allah!, Ey Kur`an gönderen (Allah`ım). Ey düşmanlarla hesâbı tez (Rabbım!): Sen (Medîne önünde toplanan) şu Arab kabîlelerini dağıt Allah`ım!, onların topluluklarını kır, irâdelerini sars (da yerlerinde tutunamasınlar) Rabb`ım!
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Bir kere Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in huzûruna Yahûdîler girmişti de Resûlullah`a (selâm yerine): "Essâmü aleyk = ölüm üzerine olsun" demişdiler. Ben de onlara lâ`net etmiştim. Bunun üzerine Resûlullah bana: - Sana ne oldu ki? buyurdu. Ben de: - Bu Yahûdîlerin ne hezeyân ettiklerini işitmedin mi? dedim. Resûlullah: - Ya sen benim: "ve aleyküm = ölüm sizin üzerinize olsun!" dediğimi işitmedin mi? diye cevâp verdi.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: (Mekke`de müslümân olup kabîlesini da`vete me`mûr olan) Devsî Tufeyl İbn-i Amr (Hayber`in fethi sırasında) bâzı arkadaşlariyle Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`i ziyârete gelmişlerdi. Bunlar (kendi kavminden şikâyet ederek): - Yâ Resûla`llah! Devs kabîlesi halkı Allah`a âsî oldular da Tufeyl`in İslâm`a da`vetini kabulden imtina` ettiler. Binâenaleyh bunların aleyhine duâ buyur! dediler. Şimdi artık Devsîlerin helâkine duâ olunacak denilirken bir de Resûlullah (ın re`fet ve şefkatli tecellî ederek): Yâ Rab, Devs halkına hidâyet eyle de onları İslâm câmiamıza getir! diye duâ buyurdu.
Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in Hayber günü (Hayber`in fethi uzayınca) şöyle buyurduğunu işittiği rivâyet olunmuştur: - Müslümanların bayrağını artık (yarın) bir kişiye vereceğim ki, Allah feth ve zaferi onun iki elleriyle müyesser kılacaktır. (O, Allah`ı ve Peygamberini sever, Allah ve Peygamber`i de onu sever). Bunun üzerine orada bulunan Ashâb bayrağın onlardan hangisine verileceğini tahayyüle başladılar. Onların hepsi bayrağın kendisine verilmesini umarak ertesi güne erdiler. Fakat Resûlullah ferdâsi gün: -Alî nerededir? diye sordu. Ashâb tarafından: - Gözleri ağrıyor, denildi. Ve Resûlullah`ın emriyle Alî huzûra çağırıldı. Resûlullah Alî`nin gözlerine tükürdü. Hemen orada gözleri, hiç ağrımamış gibi iyi oldu. Bunun üzerine Alî: - Yâ Resûla`llah, Hayber yahûdîleriyle onlar da bizim gibi (müslümân) oluncaya kadar vuruşuruz! dedi. Resûlullah da: - Yâ Alî, ağır ol! Tâ ki sükûnetle Hayberlilerin sâhasında alarga bir mahalle iner, (ordugâhını kurar) sın! Sonra onları İslâm`a da`vet edersin ve üzerlerine vâcib olan İslâm esaslarını haber verirsin!. Yâ Alî, tek bir kişinin senin irşâdınla müslümân olması, iyi bil ki, sana kızıl develer bahşedilmesinden (senin de onları yoksullara tasadduk etmende) hayırlıdır, buyurdu.
Rivâyete göre, Kâ`b: Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem: sefere çıkmak istediğinde perşembe gününden başka günlerde muhakkak ki pek az yola çıkardı, demiştir.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Bir kere Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem bizi bir seriyye içinde gazâya göndermişti. (Bize verdiği emirler arasında) Kureyş`ten adlarını söylediği iki kimse için de: - Fülân ve fülân kişilere rast geldiğinizde (bunları yakalayıp) ateşte yakınız! buyurdu. Ebû Hüreyre (devamla) diyor ki: sonra yola çıkmak istediğimiz sıra vedâ etmek üzere Resûlullah`a gelmiştik. Bu def`a da Resûlullah: - Ben (önce) size fülân ve fülânı ele geçirdiğinizde ateşle yakmanızı emretmiştim. Halbuki ateşle yalnız Allah ta`zîb eder. Bu sebeble siz bu şerîrleri bulduğunzda (yakmayınız da) öldürünüz! buyurdu.
Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: (Devlet âmirlerinin emirlerini) dinlemek ve ma`sıyetle emr olunmadıkça itâat ve icâbet etmek vâciptir. Ma`sıyetle emr olunduğu zaman da onları dinlemek ve boyun eğmek yoktur.
Şöyle rivâyet olunmuştur: Biz (müslümân) lar (ehl-i kitâba nazaran dünyâ târihinde) sonra gelmiş bulunuyoruz. (Fakat) kıyâmet gününde (fazîletçe) en ileride bulunacağız. Yine Resûlullah şöyle der idi: Her kim bana itâat ederse; o, Allah`a itâat etmiştir. Her kim de bana isyân ederse, Allah`a isyân etmiştir. Her kim emîre itâat ederse, o, bana itâat etmiştir; her kim emîre isyân ederse, bana isyân etmiştir. İyi bilinmelidir ki, Devlet Reîsi (millet için) bir siperdir. Onun önünde, onun kumandasında harb olunur. Onunla (düşmandan) korunulur. Eğer o, (millete) takvâ ile emrederse, adâletle hareket ederse, bu emriyle, adâletiyle me`cûr olur. Eğer takvâ ve adâletten başkasiyle emr ve hükm ederse, bundan hâsıl olan günah ona râci`dir.