Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in: (Dünyâda müslüman oluncaya kadar esâretle) zincirlere bağlanan, (bilâhare müslüman olup esâret bağından kurtulup âhirette) Cennet`e giren bir cemâat (in mükâfat görmesin) den Allah râzı olmuştur, buyurduğu rivâyet olunmuştur.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Ebvâ, yâhut Veddân (harbin) de Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem bana uğradı ve o sıra: - (Yâ Resûla`llah) müşrik (muhârip) lerden âile sâhibi bulunanlara gece baskını yapılıyor da (ayırd edilemiyerek) bunların kadınları, küçük çocukları da musâb oluyor? diye soruldu. Resûlullah: - Onlar da müşrikler (câmiasın) dandır, diye cevap verdi. (Ve cevâba devâm ederek): - (Harb hâlinde) kimsenin kimseyi korumak kudreti yoktur, korumak yalnız Allah`a ve Resûl`ine âiddir, buyurduğunu Resûlullah`tan işittim, demiştir.
Rivâyet olunduğuna göre, Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in bâzı gazâlarında (Mekke`nin fethinde) bir kadın öldürülmüş olarak bulundu da Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem kadınların, çocukların öldürülmesini çirkin görüp tasvîb etmedi.
Rivâyet olunduğuna göre, Alî radiya`llahu anh`in bir kavmi, (kendisinin ülûhiyetini iddiâ eden Abdullah İbn-i Sebe`nin cemâatini) ateşle yaktığı (haberi) İbn-i Abbâs`a eriştiği zaman: Eğer ben (Alî`nin yerinde) olsaydım bunları yakmazdım. Çünkü Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem: "İnsanları (yakarak) Allah`ın azâbiyle ukubetlendirmeyin!" buyurdu. Yine ben (Alî`nin yerinde olsaydım) onları muhakkak öldürürdüm. Nasıl ki, Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem: "Her kim dînini (ki, Müslümanlıktır) değiştirirse, onu hemen öldürünüz!" demiştir.
Rivâyete göre, o, Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğunu işittim, demiştir: Nebîler`den birini karınca ısırmış. O Peygamber, karıncaların köyü (nün yakılması) nı emr etmiş de yakılmış. Bunun üzerine Allahu Teâlâ o Peygamber`e: - Seni bir karınca soktu değil mi? Ya sen, Allah`ı tesbîh eden ümmetlerden bir ümmeti yakmadın mı? diye itâb etmiştir.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Bir kere Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem bana: - (Ey Cerîr! Şu) Zülhalâsa (nın elin) den bana rahat vermez misin? O, Has`am (kabîlesi) dâhilinde (Beytü`l-Harâm`a karşı yapılmış içi put dolu) bir binâ idi. Yemenlilerin Kâ`be`si diye anılırdı. (Bu cihetle Resûlullah`ın gönlüne yük veriyordu). Cerîr der ki: Ahmes kabîlesinden yüz elli süvârînin başında Zülhalasa`ya gittim. Ahmesliler iyi ata binerlerdi. Fakat ben bir türlü at üstünde duramazdım. (Kalbimi sıkardı). Bu sebeble Resûlullah göğsüme (şiddetli) bir darbe indirdi. Hattâ parmaklarının izini göğsümde görmüştüm. Ve: Yâ Rab! Sen Cerîr`i (at üstünde) sâbit kıl! Onu hâdî kıl, mehdî kıl! diye duâ buyurdu. Müteâkıben Cerîr Zülhalasa`ya gitti. O (şirk ma`bedi) ni yıktı, yaktı. Sonra Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`e (Husayn İbn-i Rebîa ile) vaziyeti bildirdi. Cerîr`in gönderdiği bu zât Resûlullah`a: - Yâ Resûla`llah! Seni Hak Peygamber gönderen Allah`a yemîn ederim ki; huzûruna ben (boş) gelmedim. Tâ ki ben o (şirk ma`bedi) ni uyuz deve gibi (bakımsız, harâb) bir halde bıraktım geldim, dedi. (Râvî der ki: bunun üzerine) Resûlullah: - Ahmes kabîlesinin atları ve süvârîleri mübârek ola! diye beş kere düâ buyurdu.
Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: Kisrâ ölmüş (demek) tir. Kisrâ öldükten sonra o saltanat (eski ihtişâmiyle bir daha) kurulmayacaktır. Kayser de muhakkak ölecektir. Öldükten sonra (Şam`da ve Rum bilâdında) Kayser (hâkimiyeti) bulunmıyacaktır. Kisrâ ile Kayser`in hazîneleri de Allah yolunda (cihâda ve cihâd edenlere) taksîm olunacaktır; bu muhakkaktır.
Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem harbe Had`adır, diye ad verdi, dediği rivâyet olunmuştur.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem Uhud (harbi) günü piyâde (okçu asker) ler üzerine -ki, bunlar elli kişi idiler- Abdullah İbn-i Cübeyr`i kumandan ta`yîn etmişti de onlara hitâben: - (Ashâb`ım! Size gösterilen) şu yerinizden sakın ayrılmayınız! (Bizim harp saffından ayrıldığımızı, inhizâma uğradığımızı, yâhut) biz (im öldürüldüğümüzü, atlarımız) ı kuşların kaptığını görseniz de size ben haber gönderinceye kadar (yerinizi bırakmayınız!). Yine siz, bizim düşmanları hezîmete uğratıp onları çiğnediğimizi görseniz de size ben haber gönderinceye kadar yerinizden ayrılmayınız! diye kat`î emretti. Bunu müteâkıp (harp başladı ve ilk hamlede) müslümanlar müşrikleri hezîmete uğrattılar. Râvî Berâ` İbn-i Âzib demiştir ki: Va`llahi ben (o sırada düşman ordusundaki müşrik) kadınları gördüm ki, onlar elbîselerini toplamışlar; bacaklarındaki halhalları, baldırları görünerek (ya bozgun askeri teşcî` için, yâhut, kaçarak Uhud dağına çıkmak için) sür`atle koşuyorlardı. Müslümanların bu galebesi üzerine Abdullah İbn-i Zübeyr`in kumandasındaki piyâde okçular biribirlerine: - Arkadaşlar, ganîmet, ganîmet! Cephedeki arkadaşlarınız düşmana galabe etti. Daha burada ne bekliyorsunuz? (Gidelim, biz de ganîmete konalım) dediler. Abdullah İbn-i Cübeyr bunlara karşı: - Arkadaşlar, Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in size verdiği emri unuttunuz mu? dediyse de maiyeti: - Va`llahi arkadaşların yanına muhakkak gideceğiz, ganîmetten bize isâbet edeni elbette alacağız! diye ısrâr ettiler. Ve (me`mûr oldukları yeri bırakarak ordunun içine karıştılar.) Onlar varır varmaz yüzleri geldikleri tarafa çevrildi. Ve ordu (nun küllî kuvvetleri) münhezim olarak (Medîne`ye) yönel (erek ric`ate başla) dı. Bu meş`ûm vaziyet ânında idi ki, Resûlullah askerin geri kalanlarını: - (Ey Allah`ın kulları bana geliniz, ey Allah`ın kulları bana geliniz; ben Allah`ın Resûlüyüm! Her kim geri döner de düşmana hücûm ederse, ona Cennet vardır, diye) çağırıyordu. O sırada Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in yanında on iki kişiden başka kimse kalmamıştı. Uhud harbinde müşrikler bizden yetmiş kişi şehîd ettiler. Halbuki Bedir harbinde Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem ile Ashâb`ı, müşriklerden yüz kırk kişiyi elde ederek bunun yetmişini katl, yetmişini esîr etmişlerdi. (Harp kesildiği sırada müşriklerin reîsi) Ebû Süfyân (müslümânlara karşı) üç def`a: - İçinizde Muhammed var mı? (Sağ mıdır?) diye seslendi. Fakat Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem, Ashâbını Ebû Süfyân`a cevap vermekten men` etti. Sonra Ebû Süfyân üç kere: - İçinizde İbn-i Ebî Kuhâfe (ki, Ebû Bekr-i Sıddîk`tır) var mıdır? dedi. Sonra da yine üç def`a: - İçinizde İbnü`l-Hattâb var mıdır? diye sordu. Bütün bunlardan sonra da Mekke müşriklerine dönerek: - Anladınız a, bunların hepsi öldürülmüş, dedi. Bunun üzerine Ömer kendini tutamıyarak: - Ey Allah`ın düşmanı, yalan söyledin! İyi bil ki, senin o saydığın zatların hepsi hayattadırlar; yarın (Mekke fethedilirken) sana zarar verecek kuvvetimiz bâkîdir, diye haykırdı. Ebû Süfyân Ömer`e karşı: - Bu gün Bedir gününün karşılığıdır. Harp (tâlii) kuyunun iki kovası gibi biri iner biri çıkar. (Kâh siz galip gelirsiniz, kâh biz). Şimdi siz maktullerinizin içinde işkence ile öldürülmüş kimseler bulacaksınız. Bunu ben emretmedim.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: bir kere Gabe (ormanlığı) tarafına gitmek üzere Medîne`den çıkmıştım. Gabe (dağı) nın tâ yokuşuna vardığımızda Abdurrahmân İbn-i Avf`in kölesi (telâşla) bana karşı geldi. Köleye: - Allah sana iyilik versin! Sana ne oldu? diye sordum. Köle: Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in (ormanda yayılan) sağım develeri sürülüp götürüldü, dedi: - Kim götürdü? diye sordum. Köle: - Gatafân ve Fezâre (kabîlelerinin adamları) diye cevap verdi. Hemen üç def`a: - Ey sabahçılar, erken kalkanlar! Yetişin baskın var, diye haykırdım; Medîne`nin iki kara taşlığı arasın (daki halk) a duyurdum. Sonra kendim (de yaya olarak heriflerin arkasından) sür`atle koştum. Nihâyet bunlara yetiştim. Hakîkaten develeri bunlar almışlardı. Hemen bunalara ok atmağa ve: "Bene İbn-i Ekva`ım, bu gün de alçakların öleceği gündür" diye haykırmağa başladım. Netîcede develeri -heriflere su içmeğe bile aman vermeden- ellerinden kurtardım ve (mevcûdu yirmiye bâliğ olan) develeri sürerek (Medîne`ye) yöneldim. Yolda Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem bana karşı geldi. (Sayham üzerine beş yüz veya yedi yüz kişilik zırhlı bir süvârî kuvvetiyle yardıma çıkmıştı). Ben: - Yâ Resûla`llah! Bu eşkıyâ susuzdur. Ben acele edip su içmelerine meydan vermeden develeri kurtardım (şimdi onlar su tedârikıyle meşgul olacaklardır). Bunların peşi sıra bir müfreze gönderseniz! dedim. Fakat Resûlullah: - Ey İbn-i Ekvâ`! Sen alacağını aldın. Onlara galebe ettin. Artık onları afveyle!. (Hem onlar) şüphesiz Gatafan ve Fezâre (yurduna varmışlardır) şimdi onları konukluyordur, buyurdu.