Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in: [Ânîyi yâni (düşman elinde) esir olan müslümanı (esâretten) kurtarınız; aç olan (zî-rûh) u doyurunuz; hastayı ziyâret edip hâlini, hatırını sorunuz!] buyurduğu rivâyet olunmuştur.
Rivâyete göre, müşârün-ileyh demiştir ki: ben bir kere Alî radiya`llahu anh`e: - (Ey Ehl-i Beyt`in ulusu!) Allah Kitâbında bulunandan başka yanınızda (yazılı olarak) vahiy (esrârın) dan (başkasının bilmediği ve yalnız senin bildiğin) bir şey var mıdır? diye sordum. Alî: - Hayır yoktur. Tâneyi (toprak içinde) yaran, ve insanı yaratan Allah`a yemîn ederim ki, benim (husûsî ve yazılı olarak) bildiğim bir şey yoktur; ancak bildiğim bir şey varsa o da Allah`ın, kişiye Kur`an`daki hükümleri anlamak kabiliyetini vermesidir; bir de (kılıcının kınından çıkardığı bir sahifeye işâret ederek): şu sahifede (yazılı) olan hükümlerdir, dedi. Ben: - Bu sahifedeki hükümler nedir? diye sordum. Alî: - Bu sahifede maktûlün diyeti ve kanı pahası, esîrin halâsı, kâfire bedel bir müslümanın katli câiz olmadığı (hakkında hükümler var) dır, dedi.
Rivâyet olunduğuna göre, Ensâr`dan bâzı kimseler Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`den izin dilediler de: - Yâ Resûla`llah! (Bize) müsâade buyur da hemşîrezâdemiz Abbâs (İbn-i Abdü`l-Muttalib) in esâretten halâs bedeli olan parayı kendisine bırakalım! dediler. Resûlullah: - (Hayır) o paradan bir dirhemini (bile) bırakamazsınız!, buyurdu.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem (Huneyn) seferinde iken Resûlullah (ın ordusu için) e (kırmızı bir deve üstünde) müşrikler tarafından bir câsus geldi. (Devesini çökertip kargılığından çıkardığı bir iple bağladı. Sonra gelip) Ashâb`ın yanına oturdu. Ashab ile konuştu. (Yedi, içti. Ve mütemâdiyen Ashâb`ın ahvâlini gözden geçirdi.) Sonra (devesine binerek) dönüp gitti. (Müteâkıben Ashab`dan bir kişi kalkıp bunu câsus olduğunu Resûlullah`a arz etti). Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem de: onu arayıp bulun ve öldürün, (onu kim öldürürse soykası ve eşyâsı onundur!) buyurdu. Câsusu İbn-i Ekva` (tâkip edip) öldürdü; (devesini yederek üstünde silâhiyle, eşyâsiyle geldi). Resûlullah da câsusun eşyâsını İbn-i Ekva`a âit ganîmet kılıp verdi.
Rivâyet olunduğuna göre, müşârün-ileyh bir kere: hani o perşembe günü (o ne fenâ gündü?), o perşembe günü, ne acı gündü? demişti de sonra (inci tânesi gibi dökülen) göz yaşı tâ (yerleri) ıslatarak (ve o günü cereyân eden vâkıayı anlatarak) şöyle demişti: bir perşembe günü Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in (son hastalığında) ağrısı artmıştı da: - Haydi bana (kalem kâğıt gibi) yazılacak bir şey getiriniz! Size bir kitap (vasıyyet-nâme) yaz (dır) ayım ki, ondan sonra yolunuzu şaşırıp hiç helâke düşmeyesiniz! buyurdu. (Şimdi Ömer orada bulunanlara: - Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in muhakkak ki, hastalığı ağırlaşmıştır. Yanımızda ise Allah`ın kitâbı vardır, o bize yetişir!, dedi). Bunun üzerine orada bulunanlar (yazılsın, yazılmasın diye) ihtilâf ettiler. (Sözleri biribirine karıştı. Resûlullah da): - Hiç bir Peygamber`in yanında nizâ ve ihtilâf etmek doğru değildir, (haydi yanımdan kalkıp savulunuz!) buyurdu. Oradaki Ashab (dan bâzıları): - Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem (hastalığın şiddetinden) sayıkladı (da böyle söylendi) demişlerdi. Resûlullah: - Haydi beni (kendi hâlime) bırakınız! Benim şu içinde bulunduğum (mürâkabe ve Allah`a rücû için hazırlık) hâli, sizin beni da`vet ettiğiniz (kitâbet gibi) şeylerden hayırlıdır, buyurdu. Ve Resûlullah vefâtı zamânında yalnız üç şey vasıyyet etti: bütün müşrikleri Arab cezîresinden çıkarınızı, ve (dünyânın her tarafından gelekcek olan müslim, gayr-i müslim) elçilere, ferd ve hey`etlere nasıl ben izin verip hediyeler ikrâm ettimse, siz de benim gibi atıyyeler vermek sûretiyle hürmet gösteriniz! buyurdu. (İbn-i Abbâs): fakat ben (vasıyyetin) üçüncüsünü unuttum, (demiştir) .
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Bir kere Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem halka hutbe îrâdına başlayıp Allah`ı, ulûhiyet şânına lâyık sıfatlarla övdü. Sonra Deccâl`i zikrederek şöyle buyurdu: Ben sizi kat`î sûrette o (nun şerri) nden korkuturum. Peygamberlerden hiç bir Nebî yoktur ki, muhakkak o, kavmini (dalâlete sevk eden her yalancı) deccaldan tahzîr etmiştir. Nûh Peygamber de kavmini tahzîr etmiştir. Şimdi ben size bu (mel`ûn ve yabancı zümre) nin hiç bir Peygamberin bilsinler diye kavmine söylemediği (toplu ve fârik) bir vasfını söylemek isterim (ki, şudur): deccal a`verdir, kötü kılavuzdur, (insanları iğri yola da`vet eder), Allah ise a`ver değildir, (hâdîdir, insanları doğru yola irşad buyurur).
Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in (bir seferde): "Haydi bana halktan müslüman (ım) diyenleri sayınız!" buyurduğu rivâyet olunmuştur. (Râvî Huzeyfe der ki:) biz, ordu mevcûdunu bin beş yüz kişi saydık. Ve (istiğrâb ederek): biz, bin beş yüz kişi (lik bir kuvvet) olduğumuz halde (düşmandan) korkar mıyız? dedik. (Bir zaman sonra) bir de kendimizi (öyle bir fitne ile) müptelâ olmuş gördüm ki, hani o korku bilmeyen er kişi, şimdi (bu fitneden) korkarak (cemâate gidemeyip evinde) münferiden namaz kılar oldu.
Rivâyet olunduğuna göre, Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem bir kavme harben galebe ettiği zaman o kavmin binâdan ârî geniş bir sâhasında üç gün ikamet etmek i`tiyadında idi.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: bir kere atım düşman tarafına kaçmıştı da onu (muhârip) düşman yakalamıştı. Sonra müslümanların düşmana galebesi üzerine Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem zamânında atım bana iâde olundu. Bir kere de kölem kaçmış ve Rumlara iltihak etmişti. Sonra müslümanlar Rumlara galip geldi de Hâlid İbn-i Velîd kölemi bana iâde etti ki, bu da Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem zamânından sonra idi.
Rivâyet olunduğuna göre müşârün-ileyh demiştir ki, Ahzab günü ben: - Yâ Resûla`llah, biz bir körpe kuzu kestik, arpadan da bir sâ` (1040 dirhem) un öğüttüm; şimdi cenâbınız, maiyetinizdeki bâzı kimselerle berâber (bize) geliniz! diye da`vet ettim bunun üzerine Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem: - Ey hendek kazanlar! (kardeşiniz) Câbir (sizin için) yemek hazırlamış haydi geliniz! diye bütün hendek ehlini çağırdı.