Rivâyete göre şöyle demiştir: Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem ile berâber yedi gazâda bulunup düşmanla cenk ettim. Resûlullah`ın techîz edip gönderdiği seriyyelerden dokuz seriye içinde de gazâya gittim. Bu seriyyelerden birisinde bize Ebû Bekir komutan olmuştu. Bir kere de Üsâme İbn-i Zeyd radiya`llahu anhümâ.
Rivâyete göre Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem (Mekke`nin fethi seferine) Medîne`den Ramazan (ın onun) da çıktı. Kendisiyle berâber on bin mücâhid vardı. Bu hareket (târihi) Medîne`ye kudûmundan i`tibâren sekizinci yılın başında ve altı ay geçedir. Bu târihte Resûlullah maiyetindeki müslümanlardan techîz edilen ordusiyle berâber Mekke`ye doğru yollandı. Kendisi oruç tutuyordu. Ashâbı da oruçlu idiler. Kedîd mevkiine varınca -ki, bu Usfân ile Kudeyd arasında bir sudur.- Resûlullah iftar etti. Mücâhidler de iftar ettiler.
Rivâyete göre şöyle demiştir: Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem Huneyn seferine Ramazan`da çıktı. Halk muhtelifti: Kimi oruçlu, kimi oruçsuzdu. Resûlullah (sefere çıkarken) devesine binince içi süt veyâhud su dolu bir kab istedi. Onu eline aldı, yâhud râhilesine koydu. Sonra halkın yüzüne baktı. Bunun üzerine oruçsuz olanlar oruçlulara: Artık orucunuzu bozunuz! dediler.
Şöyle rivâyet olunmuştur: Mekke`nin fethi yılında Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem Medîne`den hareket edince bu haber Mekke`de Kureyş arasında hemen duyuldu. (Kureyş eşrâfından) Ebû Süfyân, Hakîm İbn-i Hizâm, Büdeyl İbn-i Verka` Resûlullah`ın hareketine dâir haber almak üzere Mekke dışına çıktılar. Medîne`ye doğru yönelip tâ Merrü`z-Zahrân`a kadar yürüdüler. Bir de burada (gece vakti) birçok ateşler yakıldığını gördüler. Bu ateşler hacıların Arafat`ta arefe gecesi yaktıkları ateşlere benziyordu. Bu müthiş ateşle karşılaşan Ebû Süfyân (hayret) ederek: Bu ne ateştir! Vallahi, hakîkaten arefe gecesi ateşlerine benziyor! dedi. Büdeyl İbn-i Verka` da: (Huzâî) Ömer ve oğullarının ateşleri olduğuna hükmetti. Ebû Süfyân: Hayır, Huzâîlerin ateşi bundan çok azdır! diye karşıladı. Bu sırada Resûlullah`ın muhâfızlarından bir kısmı Ebû Süfyân ile arkadaşlarını gördüler ve yetişip bunları yakalayarak Resûlullah`ın huzûruna getirdiler. Ebû Süfyân hemen müslüman oldu. Resûlullah Merrü`z-Zahrân`dan hareket ederken Abbâs`a: - Sen Ebû Süfyân`ı al, ordunun geçeceği yolun dar bir yerine götür de süvârîlerin izdihâmını, İslâm ordusunun ihtişâmını görsün! buyurdu. Abbâs da öyle dar bir geçit yerine oturttu. (Ordu harekete başlayınca) Arab kabîleleri Resûlullah ile berâber alay alay Ebû Süfyân`ın önünden geçmeğe başladılar: Önce bir alay (alay sancağı ile) geçti. Ebû Süfyân Abbâs`a: Bu alay hangi kabîledir? diye sordu. Abbâs: Gıfâr kabîlesidir! dedi. Ebû Süfyân: Benimle Gıfâr arasında ne münâsebet ve adâvet var ki buraya kadar geliyor? diye hayretini bildirdi. Sonra Cüheyne kabîlesi (sancağı ile) geçti. Ebû Süfyân evvelki gibi sordu. Sonra Sa`d İbn-i Huzeym geçti. Bunu da öyle sordu. Sonra Süleym kabîlesi sancağiyle geçti. Yine o sûretle sordu. Nihâyet Ebû Süfyân`ın ömründe eşini görmediği hamâset örneği bir ketîbe karşı geldi. Abbâs`a: Bu alay hangi kabîledir? diye sordu: Abbâs: Ensâr`dır! dedi. Ensâr`ın başında Sa`d İbn-i Ubâde bulunuyordu. Ensâr`ın bayrağını taşıyordu. Sa`d İbn-i Ubâde, (Uhud ve Ahzâb baş komutanı) Ebû Süfyân`ın önünden geçerken: Ey Ebû Süfyân, bugün Melhame (en büyük harb ve kıtâl) günüdür; bugün Kâ`be`de kan dökmek helâl kılındığı bir gündür! dedi. (Bu mehâbetli hitabtan sarsılarak) Ebû Süfyân, Abbâs`a: Ey Abbâs, bugün senin Kâ`be`yi ve Mekke halkını ve beni himâye edeceğin güzel bir gündür! dedi. Sonra bir alay daha geldi. Bu alay (sayıca) alayların en azı idi. (Bu da Resûlullah`ın mevkibi idi). Bu mevkibde Resûlullah ile (Muhâcir ve Ensâr`dan bir kısım) Ashâbı bulunuyordu. Resûlullah`ın sancağını da Zübeyr İbni`l-Avvâm çekiyordu. Resûlullah Ebû Süfyân`ın önünden geçerken, Ebû Süfyân: - Yâ Resûla`llah! Sa`d İbn-i Ubâde`nin ne söylediğini duydunuz mu? dedi. Resûlullah: - Sa`d ne söyledi? diye sordu. Ebû Süfyân: - Şöyle şöyle söyledi! diye Sa`d İbn-i Ubâde`nin sözlerini haber verdi. Resûlullah: - Sa`d yanlış söylemiştir. Bugün Allah`ın (ezan sesleriyle) Kâ`be`ni şânını i`lâ edeceği bir gündür. Bugün Kâ`be`nin (Tevhîd libâsiyle) kisveleneceği bir gündür! buyurdu. (Resûl-i Ekrem Kasvâ adlı devesine binmişti. Etrâfında tekbîr sesleri göklere yükseliyordu. Resûlullah`ın mevkibi ve ordusu bu sûretle yürüdü). Hadîs`in râvîsi Urve der ki: Resûl-i Ekrem, bayrağının Hacun mevkiine dikilmesini (Zübeyr`e) emretti.
Şöyle rivâyet edildiğini işittim! dediği rivâyet olunmuştur: Mekke`nin fethi günü Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`i devesi üzerinde gördüm. O, sesini işittirecek derecede yükselterek Fetih Sûresi okuyordu. Râvî Muâviye der ki: Halkın etrâfıma toplanması düşüncesi olmasaydı Abdullah İbn-i Mugaffal`ın (Resûlullah`ın okuyuşunu hikâye ederken) sesini yükselttiği gibi ben de yükseltirdim.
Rivâyete göre şöyle demiştir: Mekke`nin fethi günü Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem (Harem-i Şerîfe) girdi. Halbuki Kâ`be`nin etrâfında ibâdet için dikilmiş (kurşunla tahkîm edilmiş) üç yüz altmış put vardı. Resûllah elindeki değnekle bunlara dürtüyor ve şöyle diyordu: Hak geldi, bâtıl gitti, helâk oldu. Hak geldi, halbuki (ölen bâtıl) ne îcâda, ne de öleni diriltmeye muktedir değildir.
Rivâyete göre şöyle demiştir: Biz âile ve kabîlece halkın yol uğrağı bir yerde oturduk. Bize kervanlar uğrarlardı. Biz de yolculara: - Bu insanlara ne oluyor? Şu kişiye (Resûlullah`a) ne oluyor? diye sorardık. Onlar da bize: - O zat, Allah kendisini Peygamber gönderdi, ve ona vahyetti sanır. Yâhud Allah şu kitabı ona vahyetti sanır! di(ye Resûlullah`tan öğrendikleri bâzı âyetleri bize haber veri)rlerdi. Ben de o sözü (Kur`ân`ı) ezberledim. Sanki o âyetler gönlüme yapışmış (nakşolunmuş) du. Esâsen (Kureyş`den başka) Arab kabîleleri de Müslümân olmak için Mekke`nin fethini gözlüyorlardı. Ve: - Peygamberlik iddiaeden bu adamı kendi kavmi (Kureyş) ile başbaşa kendi hallerine bırakınız! Eğer o, Kureyş`e galib gelirse hiç şüphesiz o, sözünde doğru hak bir Peygamber`dir! derlerdi. Vaktâki, Mekke fâtihleri muzaffer oldular, bütün Arab kavmi İslâm câmiasına koştu. Babam (Selime) de kavmimle berâber Müslüman olmağa can attı. Mekke`den dönüp gelince bize: - Vallahi ben size bir hak Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in yanından geliyorum; o, bize: Filânca namazı şu vakitte kılınız! di (ye bütün namaz vakitlerini bildir)di. Namaz vakti gelince de biriniz ezân okusun ve Kur`ân`ı en çok bileniniz size imâmet etsin! buyurdu, dedi. Bunun üzerine kabîle halkı batkılar. İçlerinde benden çok Kur`ân bilen bir kimse bulunmadı. Çünkü ben köyümüze uğrayan kervanlardan Kur`ân öğrenmiş bulunuyordum. Bu cihetle kabîle halkı beni önlerine imâmete geçirdiler. Halbuki ben o sırada altı, yâhud yedi yaşında çocuktum. Üzerimde de (elbîse olarak yalnız) bir bürde vardı. Secde ettiğimde avret yerinden yukarı toplanır (açılır) dı; bu hâli gören kabîlemizden bir kadın (cemâate hitâb ederek): - İmâmınızın kılığını gözümüzden örtseniz a! dedi. Bunun üzerine cemâat (Ummân kumaşı) satın alıp bana bir gömlek biç (ip dik) diler. Bu gömleğe sevindiğim kadar hiç bir şey ile ferahlanmadım.
Rivâyete göre müşârün-ileyhin kolunda bir kılıç darbesi (nin eseri) vardı. Abdullah: Ben bu yarayı Huneyn günü Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem ile berâber muhârebede bulunduğum sırada vurularak aldım, demiştir.
Rivâyete göre şöyle demiştir: Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem Huneyn gazâsından fâriğ olduktan sonra (amucam) Ebû Âmir`i bir fırka asker üzerine komutan yaparak Evtâs`a gönderdi. Ebû Âmir, (birkaç bin düşmanla buraya kaçıp gelen düşman komutanlarından) Düreyd İbn-i Sımme ile burada karşılaştı. Vuku` bulan muhârebede Düreyd katlolundu. Askerlerini de Allah hezîmete uğrattı. Ebû Mûse`l-Eş`arî (rivâyetine devâm ederek) der ki: Resûlullah beni de (amucam) Ebû Âmir ile berâber göndermişti. Bu sırada Ebû Âmir`in dizine Cüşem kabîlesinden birisi tarafından bir ok atılmıştı. Okcu okunu Ebû Âmir`in diz kapağına yerleştirmişti. Hemen ben Ebû Âmir`e koştum: Ey amuca, sana kim ok attı? diye sordum. Ebû Mûsâ`ya (bana): işte ok atan katilim şudur! diye gösterdi. Ben hemen katile doğru koştum, yetiştim. Katil beni görünce dönüp kaçmağa başladı. Ben herifi ta`kîb ettim. Hem koşuyor, hem: (kaçmaktan) utanmaz mısın, niçin durmuyorsun? diye haykırıyordum. Herif kaçmaktan vazgeçti, (bana döndü). Her ikimiz kılıcımızla vuruşmağa başladık. En sonu hasmımı öldürdüm. Sonra (Ebû Âmir`in yanına geldim): Ey Ebâ Âmir, Allah düşmanını öldürdü! dedim. Amucam bana: Şu oku dizimden çek, çıkar! dedi. Ben de hemen çıkardım. Fakat okun yerinden pek çok su boşandı, (Amucam hayâtından ümîdin kesti.) Bana: Ey kardeşim oğlu! Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`e selâm söyle ve bana istiğfâr etmesini ricâ et! dedi ve beni kendi yerine mücâhidler üzerine komutan yaptı. Az bir zaman yaşayıp sonra vefât etti. (Evtâs seferinden) dönüp geldiğimde hâne-i Saâdet`de Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in huzûruna girdim. Resûlullah hasırdan örülmüş ve üzerine (ince) şilte serilmiş bir taht üstünde yatıyordu. Hasırın örgüleri vücûdunun arkasına ve iki tarafına iz etmiş bulunuyordu. Ben, Resûlullah`a zaferimizi ve Ebû Âmir`in şahâdetini ve: Resûlullah benim için istiğfâr etsin! diye vasıyet ettiğini arzettim. Bunun üzerin Resûlullah abdest suyu istedi ve abdest aldı. Sonra ellerini kaldırıp: Allah`ım, kulcağızın Ebû Âmir`i yarlığa! diye duâ etti. Duâ ederken (ellerini o kadar kaldırmıştı ki) ben, iki koltuğunun beyazlığını gördüm. Sonra Resûla`llah, benim için de mağfiret dile! diye ricâ ettim. Resûlullah benim için de: Rabb`im, Abdullah İbn-i Kays`ın günâhını afveyle, ve kıyâmet gününde onu en âlî ve güzel makama koy! diye duâ buyurdu.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: (Tâif`in muhâsarası sırasında) Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem yanıma gelmişti. O sırada yanımda (kardeşim Abdullah İbn-i Ümeyye ile kölesi) Muhannes bulunuyordu. Bir de işittim ki, Muhannes, kardeşim Abdullah`a (hayâsızca) şöyle söylüyordu: Ey Abdullah! Doğru söyle! Allah yarın size Tâif`in fethini müyesser kılarsa sana gereken Gaylân`ın (şişman) kızını yakalamaktır. O kız ki (semizlikten karnı) dört büklüm karşılar, sekiz büklümle de arkaya döner! Bunun üzerine Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem: Bu makule adamlar, bir daha yanınıza sakın girmesin! buyurdu.