Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: (Resûlullah Tebûk seferi hazırlığında bulunurken) biz Eş`arîlerden bir cemâat Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in huzûruna vardık. Binmek ve zâd ü zahîremizi yüklemek için deve istedik. Fakat Resûl-i Ekrem imtinâ etti. Biz tekrar binit ve yük devesi istedik. Bu def`a Resûlullah veremiyeceğine yemîn etti. Sonra Resûlullah çok beklemedi, kendisine bir deve ganîmeti getirildi. Bunun üzerine bize -iki ile dokuz yaş arasında- beş deve verilmesini emir buyurdu, biz develeri tesellüm edince (kendi aramızda): Biz Resûlullah`a (bize deve veremiyeceğine dâir) yemînini unutturduk. Biz bundan sonra hiçbir zaman necât bulmayız! dedik. Bu mütâlea üzerine ben hemen Resûlullah`ın huzûruna vardım. Ve: - Yâ Resûla`llah! Sen bize deve yükliyemem! (deve veremem) diye yemîn etmiştin, halbuki bize (yükliyecek deve verdin). Resûlullah: - Evet (hakîkaten ben yemîn ettim. Sonra da deve verdim) fakat ben, yemîn edilen şeyin başkasını yemîn edilenden hayırlı sanınca yemînim üzerinde bağlı kalmam. Muhakkak o hayırlı olduğuna kanâat ettiğim şeyi ihtiyâr ederim! buyurdu. Bu hadîsin bir rivâyet tarîkında da vârid olmuştur ki: Ben yemînimi istisnâ etmiştim!
Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: Ashâbım: Size Yemen hey`eti geldi. Yemenliler gönül zarları çok ince, gönülleri çok yumuşak insanlardır. Îman Yemenlidir. (Allah bilgisi ve korkusu olan) hikmet de Yemenlidir. İftihar ve kibir, azamet deve sâhiblerindedir. Sükûnet ve tevâzu` da koyun sâhiblerindedir.
Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in Kâ`be dâhilinde kıldığı namaza dâir Abdullah İbn-i Ömer radiya`llahu anhümâ hadîsi yukarıda geçti. Buradaki rivâyette İbn-i Ömer (ziyâde olarak): Resûl-i Ekrem`in o namaz kıldığı yerde (kıymetli) kırmızı bir mermer vardı! demiştir.
Rivâyete göre, Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem devesi üstüne oturduğu ve deveni dizgini birisi (Bilâl) tarafından tutulduğu halde îrâd ettiği hutbesinde şöyle buyurmuştur: "(EY NÂS! Mütemâdiyen dönmekte olan) zaman (ve yıl, ay dediğimiz vakit ölçüsü bugün,) Allah`ın gökleri, yerleri yarattığı günkü (ilk) vaziyetine dönmüştür (ve yıl, ay o ilk hesâba tâbi` bulunuyor ki:) bir yıl, ay ölçüsiyle on iki aydır. Bunlardan dördü haram (yasak) aylardır ki, üçü arka arkaya Zülka`de, Zülhicce, Muharrem`dir. (Dördüncüsü) Mudar`ın ayı olan Receb`dir. O, Cümâd (el-âhir) ile Şa`bân arasındadır". Sonra Resûlullah: - "(Ey mü`minler!) Bu ay hangi aydır?" diye sordu. Biz: - "Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dedik. Resûlullah sükût etti. Biz Resûlullah bu aya eski adından başka bir ad verecek sandık. Sonra: - "Zülhicce (ayı) değil midir?" buyurdu. Biz: - "Evet, Zülhiccedir!" dedik. Resûlullah: - "Bu içinde bulunduğumuz hangi beldedir?" buyurdu. Biz: - "Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dedik. Resûlullah sustu. Bir derecede ki, biz Resûlullah Mekke`ye yeni ad verecek sandık. Sonra Resûlullah: - "Mekke şehri değil midir?" buyurdu. Biz: - "Evet Mekke`dir!" dedik. Resûlullah: - "Bugün hangi gündür?" diye sordu. Biz: - "Allah ve Resûlü bilir!" dedik. Yine Resûlullah sükût etti. Hattâ biz, bugüne eski adından başka bir ad verecek sandık. Resûlullah: - "Yevmü`n-Mahr (kurban kesim günü) değil midir?" buyurdu. Biz: - "Evet, yevmü`n-nahr`dir!" dedik. (Bu mukaddemelerden sonra) Resûlullah, (mal, can, ırz masûniyetine işâret ederek) buyurdu ki: - "Şu halde iyi biliniz ki, bu şehrinizde, bu beldenizde bu gününüzün haram olduğu gibi (birbirinize) kanlarınız(ı dökmek), mallarınız(ı almak), namuslarınız (ı selbetmek) de haramdır. (Her türlü taarruzdan masûndur.) Muhakkak ki siz, Rabbinize kavuşacaksınız. O zaman bütün bu işlerden sorulacaksınız! EY NÂS! Aklınızı başınıza toplayınız da benden sonra birbirinizin boynunu vuracak sûrette dalâlete, vahşete düşerek (câhiliyet devrine) dönmeyiniz! EY NÂS! Bu nasîhatlerimden mütenebbih olup bunları burada hazır bulunanlarınız, burada bulunmıyanlarınıza teblîğ etsin! Olabilir ki, kendisine teblîğ olunan bâzı kimse, burada bulunup işiten bir kısım kimseden daha iyi anlayıp bellemiş olur!" Bundan sonra Resûlullah iki kere: -"Teblîğ ettim mi?" buyurdu. Biz: - "Evet ettin!" dedik. Resûlullah: - "Şâhid ol yâ Rab!" dedi. Sonra: - "Burada hazır bulunanlar bulunmıyanlara teblîğ etsin!" buyurdu.
Rivâyete göre Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem Vedâ Haccı`nda başını traş etti. Ashâbından bir kısmı da traş oldu. Bâzısı da saçlarını kestirdi.
Rivâyete göre Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem on dokuz defa gazâ etmiştir. Medîne`ye hicret ettikten sonra da bir defa haccetmiştir. Öbür haccı ki, Haccetü`l-Vedâ`dır, bundan sonra haccetmemiştir.
Rivâyet olunmuştur: Hemşehrilerim Eş`arîler (Tebûk seferinde) kendilerine binit hayvanı istemek üzere beni Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`e göndermişlerdi. Çünkü hemşehrilerim Tebûk gazâsında Resûlullah ile berâber güçlük askeri içinde bulunmak istiyorlardı. Bu teklîf üzerine (Resûl-i Ekrem`e gittim): Arkadaşlarım Eş`arîler kendilerine mekkâre hayvanı vermenizi arzetmek üzere beni huzûrunuza gönderdiler! dedim. Resûlullah: Vallahi ben sizi hiçbir hayvana bindirmem! buyurdu. O sırada Resûlullah bilmediğim bir sebeble asabî bir halde bulunduğu için ben de kendisini tasdîk ettim. Ve Resûlullah`ın reddetmesinden mahzûn ve bana karşı gönlünde bir dargınlık bulunmasından endîşe ederek kederli bir halde geri döndüm. Arkadaşlarımın yanına dönüp geldiğimde de Resûlullah ne dediyse onlara haber verdim. Bunun üzerine çok beklemedim, ancak bir saat kadar bir zaman geçmişti. Bilâl`in bana: Ey Abdullah İbn-i Kays! diye seslemdiğini işittim: Ben hemen cevab verdim. Bilâl: Resûlullah seni da`vet ediyor, hemen icâbet et (gel) dedi. Resûlullah`ın huzûruna varınca o sırada Sa`d (İbn-i Ubâde) den aldığı (ikişer ikişer iple bağlı) altı deveyi gösterek bana: Şu çifti al, şu çifti de al. Bunlarla arkadaşlarının yanına git. Ve onlara: "Allah, yâhud Resûlullah sizi bu develere yükle(mek dile)r, artık bunlara bininiz, de! buyurdu". Ben de bu develerle arkadaşlarımın yanına gittim. Ve: - Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem sizi bu develere yüklemek ister. Lâkin ben vallahi sizin bir kaçınız benimle berâber Resûlullah`ın (bundan önce) söylediği sözü işiten bir kimsenin yanına gidinceye (ve bunun mâhiyetini açıklayıncaya) kadar sizin yakanızı bırakmak. İsterim ki siz, Resûlullah`ın söylemediği bir sözü ben size hikâye etmiş olduğumu sanmayasınız! dedim. Onlar da bana: - Vallahi sen bizim nazarımızda doğru sözlüsündür. Bununla berâber ne yapmak arzu edersen onu da yap! dediler. Bunun üzerine Ebû Mûsâ (el-Eş`arî) hemşehrilerinden birkaç kişi ile gitti. Bunlar Resûlullah`ın Eş`arîleri önce reddi, sonra onlara develeri vermesine dâir sözlerini işiten kimselerin yanlarına vardılar. Bunlar da Ebû Mûsâ`nın hemşehrilerine hikâye ettiği gibi Peygamber`in sözlerini anlattılar.
Rivâyete göre, Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem Tebûk gazâsına çıkmış ve (çıkarken) Alî radiya`llahu anh`in (Medîne`de) vekil bırakmıştı. Fakat Hazret-i Alî: Yâ Resûla`llah! Beni çocuklar ve kadınlar içinde vekil mi bırakıyorsunuz? demesi üzerine: Yâ Alî! Bana nisbetle sen, Mûsâ`ya nisbetle Hârun menzilesinde olmağa râzı olmaz mısın? Şu kadar ki, benden sonra Peygamber yoktur! buyurdu.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Ben Tebûk gazâsından başka Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in ettiği gazâların hiçbirisinden geri kalmadım. Gerçi Bedir gazâsında bulunamadım. Fakat Resûlullah Bedir gazâsına (gitmeyip) geri kalanlardan hiçbir kimseyi azarlamadı. Şübhesiz ki Resûlullah Bedir seferine (cihâd maksadiyle değil Şam`dan gelen) Kureyş kervanını kasdederek çıkmıştı. Nihâyet Cenâb-ı Hak müslümanlarla düşmanlarını vakitsiz olarak (yolda) birleştirdi. Halbuki ben, Akabe gecesi -biz (Ensâr) İslâm(a yardım etmek) üzere bîat ettiğimiz zaman- Resûlulah ile berâber hazır bulundum. Hâlâ benim için Bedir`de hazır bulunmak, Akabe`de bulunmak derecesinde sevimli değildir. Her ne kadar Bedir gazâsı halk arasında Akabe bîatinden çok anılırsa da. Benim Tebûk seferinden geri kalışım vâkıasına gelince, hakîkaten ben o gazâdan tahallüf ettiğim sıradaki kadar hiçbir zaman kuvvet ve suhûleti hâiz olmamıştım. Vallahi Tebûk seferinden önce hiçbir vakit yanımda iki devem bir arada cem` olmamıştı. O gazâ sırasında ise iki devem vardı. Bir de Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in âdeti, bir gazâya gitmek isteyince tevriyeli bir ifâde ile maksadının hilâfını ifhâm etmekti. (Bu sûretle hareket edeceği ciheti gizlerdi). Fakat Resûlullah bu Tebûk gazâsında (maksadını gizlemedi. Çünkü) şiddetli sıcak bir mevsimde sefer etmişti. Uzak ve tehlikeli bir yolculukla ve çok kuvvetli bir düşmanla karşılaşmıştı. Bu cihetle Resûlullah gazâ ihtiyaçlarını ona göre hazırlasınlar diye müslümanlara maksadını îzâh etti. Ve gitmek istediği cihet(in Şam taraf)ı olduğunu haber verdi. Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem ile berâber sefer eden müslümanlar da çoktu. Mücâhidlerin künyelerini dîvan defteri almıyordu. Kâ`b (rivâyetine devamla) der ki: Hiçbir kimse de gizlenmek istemiyordu. Ancak Allah tarafından vahiy nâzil olmadıkça Resûlullah`a kapalı kalır (bilemez) sanan kimseler saklanmışlardı. Resûlullah bu gazâya meyva ve hurmalar idrâk edip ağaç sâyelerinde gölgelenecek bir zamanda gitmişti. Resûlullah ile müslümanlar gazâ hazırlığiyle meşgul oldular. Ben de onlarla berâber yola hazırlanmak için sabahleyin (evden çıkıp) dolaşırdım. Hiçbir iş görmeden (akşam üzeri) döner gelirdim. Ve kendi kendime: Hazırlanmağa kudretim, vaktim müsâiddir! derdim. Bu (ihmalcilik) bende durmayıp devâm etmişti. Nihâyet herkes gerçekten hazırlandı. Ve bir sabah Resûlullah ile müslümanlar sefere çıktılar. Halbuki ben sefer cihâzından hiçbir şey hazırlamamıştım. Ve kendi kendime: (Adam sende) bir, iki gün sonra ben de hazırlanır, sonra gazîlere iltihak ederim! derdim. Ordu (Medîne`den) ayrıldıktan sonra yine ben sabah vakti hazırlık için çıktım. Fakat bir iş görmeden geri döndüm. Sonra ertesi sabah çıktım, yine boş döndüm. Bu hal bende böyle devâm etti. Nihâyet mücâhidler sür`atle yol aldılar. Gazâ da (elimden) kaçtı. Bununla berâber ben yine gideyim de orduya da yetişeyim diye azmetmiştim. Keşke bunu olsun yapaydım. Fakat bu da bana müyesser olmadı. Resûlullah gazâya gittikten sonra çarşıya, pazara çıktığım ve halk arasında dolaştığım sıra beni en ziyâde mahzun ve mükedder eden bir şey vardı. O da halk arasında (îmânı yerinde, vücûdu zinde kimse) görmemekliğim; ancak ya nâsiyesine nifak damgası vurulmuş kimselerden bir kişi,
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Cemel (vak`ası) günlerinde cemel yârânına katılarak (Alî`ye karşı) onlarla birlikte harb etmeğe başladıktan sonra -(vaktiyel) Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`den işittiğim bir kelime (bir fıkra) ile Allah bana hayır ve menfaat ihsan buyurdu (da cemel yârânına iltihak etmedim). Ebû Bekre (o bir kelime ve cümleyi bildirerek) der ki: Fars halkının Kisrâ Perviz`in kızını kendilerine şehinşâh intihab ettikleri haberi Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`e irişince: Mukadderâtını bir kadının eline veren millet felâh bulmaz! buyurdu.