Rivâyete göre Hilâl İbn-i Ümeyye Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in huzûrunda karısına Şerîk İbn-i Sehmâ` ile zinâ etti, diye söz attı. Resûlullah da Hilâl`e: - Dört şâhidini hazırla, yâhud arkana hâd (vurulur) buyurdu. Bunun üzerine Hilâl: - Yâ Resûla`llah! Bizim birimiz karısının üstünde bir erkek görürse, şâhid aramağa mı gidecek? (Şâhid getirinceye kadar işini görüp savuşmaz mı?) diye i`tirâz etti. Resûl-i Ekrem: - Sen şâhidlerini hazırla. Aksi takdirde arkana hadd-i kazf (seksen değnek) vurulur, demeğe devâm etti. Bunun üzerine Hilâl İbn-i Ümeyye: - Yâ Resûla`llah! Seni hak peygamber gönderen Allahu Teâlâ`ya yemîn ederim ki, muhakkak ben kesin olarak doğru söylüyorum. Ve emînim ki, Allah benim arkamı hadden kurtaracak bir vahiy, bir âyet gönderecektir, dedi. Bu sırada hemen Cibrîl indi ve Resûl-i Ekrem`e: ... âyetini tâ ... kavl-i şerîfine varıncaya kadar getirdi. Bunun üzerine Resûlullah, kadına haber gönderdi. Kocası Hilâl de hazır bulundu. İlk önce Hilâl (bundan evvelki hadîsde ve hâşiyesinde görüldüğü veçhile) şehâdet ve yemîn eyledi. Resûl-i Ekrem: Allah muhakkak bilir ki, sizin biriniz elbette yalancıdır. Şu halde ikinizden tövbekâr olan ve bu liân yemîninden rücû` eden var mıdır? buyurdu. Sonra Hilâl`in zevcesi Havle ayağa kalkarak ve (dört def`a) liân şehâdetiyle Allah`ı işhâd ederek yemîn ettikde beşinci yemîne sıra geldiğinde mecliste hazır bulunanlar kadını durdurarak: - Bak kadın, bu beşinci yemîn azâbı mûcibtir, ihtârında bulundular. Râvî İbn-i Abbâs der ki: Bu ihtâr üzerine kadın bir az ağırlaşıp durakladı. Hattâ biz kadını yemîn etmekten vaz geçecek ve geriye dönecek sandık. Sonra kadın kendini toparlayıp: - (Şimdiye kadar şerefle yaşamış) kavim ve kabîlemi, ben bundan sonraki günlerde rezil ve rüsvây etmem, diyerek liân yemînini yerine getirdi. Sonra Resûl-i Ekrem: - Bu kadına bakınız. Eğer gözleri sürmeli, iki kıçı iri, baldırları kalın bir tipde çocuk getirirse, çocuk Şerîk İbn-i Sehmâ`ya âittir, buyurdu. Kadın da hakîkaten böyle bir çocuk doğurdu. Bunun üzerine Resûlullah: - Eğer Allah kitâbının (liân) hükmü infâz edilmemiş olsaydı benimle bu kadın için bir mâcerâ vardı. (Yâni ben o kadına hadd-i zinâ icrâ ederdim) buyurdu.
Rivâyete göre bir kişi: Ey Allah`ın Peygamberi! Kâfir, kıyâmet gününde yüz üstü (ve baş aşağı veya sürüklenerek) nasıl haşrolunur? diye sordu. Resûl-i Ekrem: Dünyâda onu iki ayağı üzerinde yürüten Allahu Teâlâ, kıyâmet gününde yüz üstü yürütmeye kudretli değil midir? diye cevâb verdi.
Rivâyete göre bir kere İbn-i Mes`ûd tarafından Kinde`de birisinin (Kur`an`da zikrolunan duhân hakkında:) - Kıyâmet günü bir duman gelecek. Kâfirlerin, münâfıkların kulaklarını sağır, gözlerini kör edecek. Mü`minler (in sıhhati üzerinde) yalnız nezle hastalığı gibi müessir olacak, dediği haber alınır. Bu haberi duyduğu sıra İbn-i Mes`ûd, bir şeye dayanarak istirahat ediyordu. Bu sözü duyunca (çok ehemmiyet verip) sinirlendi. Hemen toparlanıp oturarak şöyle demiştir: - Kişi bildiğini söylesin, bilmediği mes`ele hakkında da: "Allah bilir" desin. Çünkü insanın bilmediği bir şey hakkında: "Bilmiyorum" demesi de ilimden sayılır. Nasıl ki Cenâb-ı Hak Peygamberine: Yâ Muhammed, sen (kavmine): "Kur`ân`ı teblîğim mukabilinde sizden bir ücret, bir takdîr istemiyorum. Bilmediğim bir şeyi size satmağa çalışanlardan da değilim, de." kavl-i şerîfi ile hasımlarına karşı teblîgatında samîmi olduğunu yâdetmesini emretmiştir. (Duhân = duman mes`elesine gelince) bu (dünyâda cereyân etmiştir.) Kureyş`e âid (bir vâkıa) dır. (Kinde`linin sandığı gibi kıyâmete âid değildir.) Şöyle ki: Kureyş müşrikleri İslâm dînini kabulden çekinmeleri (ve muhâlefette çok ileri gitmeleri) üzerine Resûl-i Ekrem: - Allah`ım Yûsuf Peygamber`in kavmi aleyhine verdiğin yedi (yıl kıtlık) gibi Kureyş`e de yedi (yıl yokluk azâbı) vererek bana yardım et, diye duâ etti. Bunun üzerine Kureyş`i şiddetli bir kıtlık yakalamıştı. Bir çokları açlıktan kırıldı. Ölü etleri ve kemikleri yediler. Yerle gök arasındaki hava tabakasını herkes (göz za`fından, kuraklığın dehşetli sisinden) duman şekli gibi görüyordu. Bu çok ciddî ve şiddetli hal ve vaziyet üzerine (Kureyş reislerinden) Ebû Süfyân Resûl-i Ekrem`e gelerek: Yâ Muhammed, sen bize sıla-i rahm emrediyorsun. Kavmim ise (açlıktan) kırılmıştır. Artık onlar için duâ etsen, dedi. (Resûl-i Ekrem`in duâsı üzerine kaht ü gala kalktı). İbn-i Mes`ûd bu mutâlâaların ardı sıra: ... âyetini ... kavline kadar okudu. (Bu âyetlerde duhân azâbının açılacağı ve açıldığı bildiriliyor. Bu duman Kindelinin dediği gibi âhiret azâbı olsaydı) bu âhiret azâbı bir kere geldikten sonra Kureyş müşriklerinden kaldırılır mıydı? Kureyş müşrikleri (kaht ü galadan kurtulduktan) sonra yine küfürlerine, şirklerine döndüler. Bu dönekliğin cezâsını bildiren Allahu Teâlâ`nın: ... kavl-i şerîfindeki intikam günü Bedir günüdür. (Kindelinin sandığı gibi kıyâmet günü değildir. Alınan intikam da Kureyş`in Bedir`de katlolunmalarıdır.) Lizâm ile marâd da yine Bedir günüdür (ve müşriklerin Bedir`de esâretleridir).
Rivâyete göre Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`den, Azîz ve Celîl olan Allahu Teâlâ`nın şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: Ben, iyi kullarım için -göz görmedik, kulak duymadık ve insan hayâline gelmedik (yakın meleklerin ve gönderilen peygamberlerine bile vâkıf olmadıkları)- birtakım ni`metleri hazırladım. Ey mü`min kulum, sen bildiğin ni`metleri şöyle bırak. (Onlar Allah`ın hazînesinde gizli ni`metleri yanında çok hafiftir). Râvî Ebû Hüreyre bundan sonra: ... âyetini okudu.
Şöyle dediğ rivâyet olunmuştur: Ben, nefislerini Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`e hibe eden (ve mihirsiz nikâh olunan) Peygamber`in kadınlarını ayıplardım. Ve "Hiç kadın, kadınlığını (mihirsiz) hibe eder mi?" derdim. Vaktâki Azîz ve Celîl olan Allahu Teâlâ: ... âyetini inzâl buyurdu. O zaman (anladım ki, Allah Peygamber`ine mü`minlerin fevkınde bir hak ve yüksek bir irâde vermiştir) Ben Resûlullah`a: "Rabb`in Teâlâ (kadınlarının değil) ancak senin arzunun tahakkukuna müsâraat ediyor" dedim.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: ... âyet-i kerîmesi nâzil olduktan sonra Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem biz kadınlarından nevbetinde bulunduğunu kadının gününde (öbür kadına gitmeğe teveccüh etmek isteyince) her zaman istîzân ederdi. Benden izin isteyince ben de ona: Yâ Resûla`llah, eğer izin vermek bana âid (bir hak) ise, ben senin üzerine hiç bir kimseyi ihtiyâr etmek istemem, diye cevâb verirdim.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Peygamberin kadınlarından Sevde -Hicâb âyeti nâzil olduktan sonra- bir lüzûm ve ihtiyâç üzerine evden çıkmıştı. Sevde iri yapılı bir kadındı. Bu cihetle onu (vaktiyle) bilenler (çarşaf içinde de endâmiyle) anlarlardı. Bu cihetle Ömer İbn-i Hattâb onu görünce (onun evi dışına) çıkmasına i`tirâz ederek: - Yâ Sevde, iyi bil ki, Vallahi sen bizce tanınmamış değilsin. Düşünsene sen, ne cesâretle evinin dışına çıkıyorsun? dedi. Hazret-i Âişe (rivâyetine devâm ederek) der ki: Bunun üzerine Sevde evine dönüp geldi. O sırada Resûlullah benim odamda akşam yemeğinde idi. Elinde de etli bir kemik vardı. Bu halde iken Sevde girdi ve: - Yâ Resûla`llah! Bâzı hâcetim için evimden çıkmıştım. Ömer bana şöyle şöyle söyliyerek i`tirâz etti, diye şikâyet eyledi. Hazret-i Âişe der ki: Bunun üzerine Allahu Teâlâ Resûl-i Ekrem`e vahiy gönderdi. Vahiy âsârı, Resûl-i Ekrem`den kaldırıldıktan sonra -ve elinde tutmakta olduğu et parçasını yere koymaksızın- Sevde`ye şöyle cevâb verdi: - Siz kadınların lüzûm ve ihtiyâç üzerine (mestûre olarak) evlerinden çıkmalarına izin verildi, buyurdu.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Hicâb (âyeti) nâzil olduktan sonra (süt babam) Ebû Kuays`in kardeşi Eflah bana (ziyârete) gelip izin istemişti. Ben: - Bu hususta Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`den istîzân edinceye kadar izin veremem. Çünkü beni Eflah`ın kardeşi Ebû Kuays`in karısı emzirdi, dedim. Bunun üzerine Resûlullah geldi. Ona: - Yâ Resâla`llah! Ebû Kuays`in kardeşi Eflah gelmiş benden izin istedi. Ben de senden istîzân etmeden izin vermekten çekindim, dedim. Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem: - (Süt) amucana izin vermeğe ne mâni` var? buyurdu. Ben de: - Yâ Resûla`llah! Beni erkek emzirmedi. Ebû Kuays`in karısı emzirdi, dedim. Resûlullah bana: - Vay sağ eli tozasıca! Haydi izin ver, o senin (süt) amucandır, buyurdu.
Rivâyete göre demiştir ki: Biz bir kere Resûlullah`a: Yâ Resûla`llah sana selâm vermeyi biliyoruz. Fakat nasıl salât edeceğiz? diye sorduk. Resûlullah bize şu meâldeki salât-ı şerîfeyi tâ`lîm buyurdu: - Allah`ım! Kulun ve peygamberin Muhammed`e rahmetini dileriz. İbrâhîme vaktiyle rahmet ettiğin gibi. Allahım! Muhammed ile Muhammed`in ümmeti üzerine bereket ihsân eyle. Vaktiyle İbrâhîm ile ümmetine bereket ihsân ettiğin gibi.
Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in: "Mûsâ çok hayâlı kişi idi" dediği rivâyet olunmuştur.