Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Resûlu`llah Salla`llahu aleyhi ve sellem bana iki hâdise haber verdi. Bunlardan birisini gördüm, öbürüsünü görmeyi de gözlüyorum. Resûlu`llah bana (Emânetin nasıl indiğini şöyle) haber verdi: Emânet (yâni din duyguları, adâlet ve emniyet umdeleri ilk önce) sâlih kimselerin gönüllerinin derinliğine iner (fıtrî duygulanırlar). Sonra o kullar Kur`ân`dan bilgi alırlar, daha çok Sünnet`ten öğrenirler (kesbî duygulanırlar). Resûlullah bana emânetin ref`ini (geri kaldırıldığını) da haber verib şöyle buyurdu: (Fıtrî ve kesbî duygulanan bilgiç) kişi (gece) uykusunu uyur. O, uyurken emânet hâfızasından (silinib) alınır da, emânetin eseri (izi ve yeri), rengi uçuk bir nokta hâlinde yanık yeri gibi kalır. Sonra o (bilgin) kişi bir uyku daha uyurken emânetin (geri kalan kısmı da) alınır. Bunun eseri ve yeri de balta sallayan bir işçinin avucundaki kabarcık gibi kalır (bir zaman sonra o da söner gider). Şu halde (o mübârek) emânet, senin ayağına düşürdüğün bir kıvılcımın düştüğü yeri şişirtip, senin onu bir kabarcık hâlinde görmen gibidir. Halbuki bu kabarcıkta (vücûdun hayâtî uzviyeti üzerinde müessir) bir şey yoktur (bir zaman sonra söner, gider). Şu vaziyette halk biribirleriyle alış veriş etmek ve medenî münâsebette bulunmak için (müşkül bir günün) sâbahına erişmiş bulunur. Hiç bir kimse emâneti edâ etmek imkânını bulamaz. Şöyle ki: (Kâh) falan oğulları içinde emin kimse vardır (emâneti ona veririm) denilir. (Kâh) birisinin lehine: "O ne akıllıdır, ne tedbirlidir, o ne zerâfetli zattır, o ne kahramandır" diye şahâdet olunur. Halbuki hakkında propağanda yapılan şahsın kalbinde hardal dânesi kadar îmân eseri yoktur. Huzeyfe hazretleri der ki: Bana öyle bir zaman karşı geldi, (öyle bir zamanda yaşadım) ki, o (saâdetli ve emânetli) devirde ben kiminle mübâyaa edeceğim? Diye tasalanmazdım. Çünkü medenî münâsebette bulunacağım kimse müslümansa onu İslâm dîni (bana hiyânet etmekten) men` ederdi. Eğer hıristiyan (ve yahûdî) ise onu (bulunduğu yerin) vâlisi hıyânetten men` ederdi. (Bu sûretle o devirde umûmî bir emniyet vardı). Bugün ise ben filân ve falandan başka kimse ile alış veriş edemez oldum.
Rivâyete göre, İbn-i Ömer, Resûlu`llah Salla`llahu aleyhi ve sellem`in: "Nâs yüz deve gibidir. Fakat içinde necîb, kullanışlı bir dâne bulmaya-yazarsın!" buyurduğunu işittim, demiştir.
Rivâyete göre, Nebî Salla`llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Her kim (işlediği bir hayrı, ikbâl için) halka duyurursa, Allah onun (gizli işlerini) duyurur. Her kim de (işlediği hayrı) gösterir (mürâilik eder) se, Allah da onun riyâkârlığını teşhîr eder.
Rivâyete göre, Resûlu`llah Salla`llahu aleyhi ve sellem Allah Tebâreke ve Teâlâ şöyle buyurdu, demiştir: Her kim beni tanıyan ve ihlâs ile bana ibâdet eden bir kuluma düşmanlık ederse, ben de ona harb i`lân ederim. Bana kulum hiç bir şey ile yaklaşamaz, ancak kendisine farz kıldığım şeyleri sevmesiyle yaklaşır. Her zaman kulum bana nâfile ibâdetleriyle de yaklaşmak ister. Nihâyet ben ona muhabbet ederim. Artık ben kulumu sevince onun işidir. Kulağı, görür gözü, tutar eli, yürür ayağı mesâbesinde olurum (ve bu â`zâlariyle husûlünü arzu ettiği bütün dileklerini veririm). Diliyle de her ne isterse muhakkak onları da ihsân ederim. Bana sığınmak isteyince de muhakkak kulumu sıyânet ederim. Ben yapmasını dilediğim hiç bir şey hakkında -mü`minin ölümü karşısındaki tereddüdüm gibi- tereddüt etmedim. (Fakat bunda) kulum ölümü hoşlanmıyordu. Ben de kuluma acı gelen şeyi sevmiyordum.
Rivâyete göre, Nebî Salla`llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Her kim Allah`a kavuşub görmeğe muhabbet ederse, Allah da ona kavuşub görmesini sever. Her kim de Allah`a mülâkî olmayı hoşlanmazsa, Allah da ona mülâkî olmayı hoşlanmaz. `Âişe, yâhud Peygamber`in bâzı kadınları: Yâ Resûla`llah! Biz, ölümü hiç hoşlanmayız, demişlerdi. Resûl-i Ekrem kadınlara: Ölüm sizin bildiğiniz gibi değil. Belki şöyledir: Mü`mine ölüm hâli gelince Allah`ın o kulundan hoşnutluğu, Allah`ın ikrâm ve ihsânı müjdelenir. Bu müjde üzerine artık mü`min`e önünde (ölüm gibi) kendisini karşılayacak hallerden sevimli bir şey olamaz. O anda mü`min Allah`a mülâkî olmaya muhabbet eder, Allah da mü`min kuluna mülâkatı sever. Fakat kâfir öyle değildir. Ona ölüm hâli hazır olduğunda Allah`ın azâbı ve ukubeti müjdelenir. O anda kâfire önündeki ölüm gibi, hallerden çirkin bir hal olamaz. Bu sûretle kâfir Allah`a mülâkî olmayı fenâ görür, Allah da ona mülâkî olmayı fenâ görür.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Haşin, câhil bâdiye arablarından birtakım münâsebetsiz kimseler vardı. Bunlar Nebî Salla`llahu aleyhi ve sellem`e gelirler: Kıyâmet ne zaman kopacak? Diye sorarlardı. Resûlu`lalh da bunların en küçük yaşlısına bakar da: Şu genç yaşarsa buna ihtiyarlık erişmeden sizin başınızda kıyâmetiniz kopar (ölürsünüz) buyururdu.
Rivâyete göre, Nebî Salla`llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Kıyâmet gününde (kürre-i) arz tandırda pişirilen bazlama ve pide gibi olur. Allahu Teâlâ onu yed-i kudretiyle çevirir, çevirir, (düzelinceye kadar) alt üst eder. Sizin biriniz yolculukta bazlamasını (tandıra koyup pişirinceye kadar) evirip çevirdiği gibi. (Bu muazzam pide uzun müddet mevâfıkta bekleyen) ehl-i cennet için sefer azığı olarak hazırlanır. Ebû Sa`îd Hudrî der ki: Bu sırada bir yahûdî geldi. Yâ Ebe`l-Kasim! Allah sana mübârek kılsın. Ehl-i cennetin kıyâmet günü yol azığı ne olduğunu haber vereyim mi? Dedi. Resûl-i Ekrem: Evet, buyurdu. Yahûdî: Resûl-i Ekrem`in buyurduğu gibi (kürre-i) arz bir pide kılınır, dedi. Bunun üzerine Resûlu`llah Salla`llahu aleyhi ve sellem bize baktı. Sonra (istiğrâb ile) son dişleri görülünceye kadar güldü. Sonra yehûdî: Sana ehl-i cennetin ekmeklerinin katığını da bildireyim mi? Dedi. Bu da: Bâlâm ile Nûn`dur, dedi. Ashab: bunlar ne şeydir? Diye sordular, Yahûdî: Öküzle balıktır. Bu iki hayvanın ciğerinin (En nefis ve ciğere muallâk) münferid bir parçasını (Ehl-i cennetin havassından) yetmiş bin kişi yiyecektir, diye cevab verdi.
Nebî Salla`llahu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğunu işittim, dediği rivâyet olunmuştur: Kıyâmet günü insanlar beyaz, duru beyaz ve kepekten arınmış undan ma`mûl çörek gibi bir sâha üzerinde haşr olunurlar. Sehl İbn-i Sa`in, yâhut başka birisinin rivâyetine göre: O sâhada bir kimseye delâlet edecek (yol gösterecek dağ, taş gibi) nişâne de yok.
Rivâyete göre, Nebî Salla`llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: İnsanlar (dünyânın son deminde) üç fırka olarak haşrolunurlar. Birinci fırka müstakbel hayâtı özliyen, (geride kalan dünyâ hayâtından) nefret eden zümredir, (bunlar zâd ve râhileleri bol olanlardır). İkinci fırka ikisi bir deve, üçü bir deve, dördü bir deve, onu bir deve üzerinde sevk olunurlar. Bunların bakıyesini (ki, üçüncü fırkadır) bir ateş haşredip toplar. Onlar nerede istirahat ederlerse o ateş de berâber istirahat eder, onların geceledikleri yerde onlarla berâber geceler, onların sabahladıkları yerde birlik sabahlar ve onlarla berâber yürüyüp onların akşamladıkları yerde berâber akşamlar.
Rivâyete göre, Resûlu`llah Salla`llahu aleyhi ve sellem: İnsanlar ayakkabısız, vücûdu çıplak ve (ilk yaradılışları gibi) sünnetsiz haşrolunacaklar buyurdu. Ben de: Yâ Resûla`llah! Erkek, kadın berâber mi? Bunlar birbirlerine (edeb yerlerine) bakarlar, dedim. Resûl-i Ekrem: Yâ Âişe! Haşir işi çok güçtür, insanların birbirlerine bakmalarına müsâit değildir, buyurdu.