Şöyle rivâyet olunmuştur: Kadınların uzun etekli libâs kullanmaları İsmâil`in anası (Hâcer) tarafından konulmuş bir âdettir. Hâcer, (kıskanç ortağı) Sâre`den izini gizlemek için uzun eteklik giymişti. İbrâhim Hâcer`le evlenip İsmâil doğduktan sonra emzirmekte olduğu bu oğliyle berâber (Sâre`nin taarruzundan korunmak için Şam`dan çıkıp Mekke`ye) geldi. Nihâyet Hâcer`le İsmâil`i Mescid-i Harâm`ın (bugün bulunduğu) yerin, ve Mescidin yüksek bir mahallindeki Zemzem kuyusunun yukarısında büyük bir ağacın yanına bıraktı. O târihte Mekke`den hiç bir kimse yoktu. Hattâ içecek su da yoktu. İşte İbrâhîm bu ana ve oğulu buraya bıraktı. Yanlarına içi hurma dolu (meşin) bir dağarcık, içi su dolu bir kırba bıraktı. Sonra İbrâhîm kendi (Şam`a) gitmek üzere döndü. İsmâîl`in anası Hâcer de peşi sıra onu ta`kîb etti de: - Ey İbrâhîm, bizi bu vâdîde bırakıp da nereye gidiyorsun? Öyle bir vâdî ki, ne görüp görüşecek var, ne başka bir hayat eseri var. (Vahşet-âbâd yer) dedi. Hâcer bu sözlerini tekrâr ettiyse de İbrâhîm ona dönüp bakmadı. Nihâyet Hâcer ona: - (Bizi burada bırakmağı) Allah mı sana emretti? diye sordu. İbrâhîm: - Evet, Allah emretti! diye cevap verdi. Bunun üzerine Hâcer: - Öyle ise (Allah bize yetişir), O bizi korur, bırakmaz! dedi. Sonra (Kâ`be`nin yerine) döndü. İbrâhîm de ayrılıp gitti. Tâ Mekke`nin üstündeki "Seniyye" mevkiinde görülmiyecek bir yerde bulununca, yüzünü Kâ`be`ye döndürdü. Sonra ellerini kaldırarak şu kelimelerle duâ etti de: - Rabbım! Zürriyetimden bir kısmını (İsmâil ile onun soyunu) ekin bitmez bir vâdîde Sen`in, taarruzu harâm olan, Beyt`inin yanında iskân ettim. Nâstan bir kısım kimseleri, (namaz kılmak için) zürriyetimin bulunduğu bu yere doğru meylettirip heveslendir! Ve onları her nevi` meyvalardan merzûk et!. Gerektir ki, Sana şükrederler! dedi. Artık İsmâil`ın anası, oğlu İsmâil`i emziriyor ve (kendisi) kırbadaki sudan içiyordu. Nihâyet kırbadaki su bitince hem Hâcer, hem de çocuğu susadı. Hâcer çocuğun susuzluktan toprak üstünde sızlanarak yuvarlandığına bakmağa başladı. Fakat çocuğun bu elîm hâline bakmaktan fenâlaşarak onun yanından kalkıp biraz öteye gitti. Ve o mıntıkada Kâ`be`ye en yakın dağ olarak Safâ tepesini buldu. Ve bunun üstüne çıktı. Sonra vâdîye karşı durup bir kimse görebilir miyim? diye bakmağa başladı. Fakat hiçbir kimse göremiyordu. Bu def`a Safâ tepesinden indi. Vâdîye varınca (ayağına dokunmamak için) entârisinin eteğini topladı. Sonra müşkül bir işle karşılaşan bir insan azmiyle koştu. Nihâyet vâdîyi geçti. Sonra Merve mevkiine geldi. Orada da biraz durdu. Ve bir kimse görebilir miyim? diye baktı. Fakat hiçbir kimse göremedi. Hâcer bu sûretle (Safâ ile Merve arasında) yedi def`a gitti, geldi. Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem: bunun için nâs (hacılar) Safâ ile Merve arasında sa`yederler, buyurmuştur. Son def`a Merve üzerine çıktığında bir ses işitti. Ve kendisi nefsine hitâb ederek: sus, iyice dinle! dedi. Sonra dikkatle dinledi. Bu sesi evvelki gibi bir daha işitti. Bunun üzerine Hâcer: ey ses sâhibi, sesini duyurdun!. Eğer sen bize yardım etmek kudretine mâlik isen, bize yardım et! dedi. Ve böyle der demez hemen Zemzem kuyusunun yerinde bir melek (Cibrîl) göründü. O Melek ayağının topuğiyle, yâhut kanadiyle yeri kazıyordu. Nihâyet su göründü.
Rivâyete göre şöyle demiştir: bir kere ben: - Yâ Resûla`llah! (ibâdet için) en önce yeryüzünde hangi mescid binâ kılındı? diye sordum. Resûlullah: - Mescid-i Harâm! buyurdu. Ben: - Sonra hangisi? dedim. Resûlullah: - Mescid-i Aksâ! buyurdu. Sonra ben: - Bu iki mescidin kuruluşu arasında ne kadar zaman vardır? dedim. Resûlullah, Kırk sene, buyurdu, Sonra: - Namaz vakti girdikten sonra namaz sana nerede yetişirse, namazı orada (vakti için) kıl!. Çünkü fazîletli namaz vakti içinde kılınandır! dedi.
Rivâyete göre: - Yâ Resûla`llah! Sana nasıl salât-ü selâm getirip duâ edelim! diye sormuşlardı da Resûlulah salla`llahu aleyhi ve sellem: - Şu (meâldeki) duâyı okuyunuz, buyurmuştur: Yâ Rab! Muhammed`e (dünyâda şerîatini, âhirette şefâatini) kutlu kıl; âilesine ve bütün ümmetine de rahmet eyle! Nasıl İbrâhîm`e kutlu kıldın, rahmet ettinse!. Yâ Rab! Muhammed üzerinde (ona verdiğin) şeref ve saâdeti dâim kıl!. Kadınlarının ve bütün ümmetinin üzerinde de sâbit kıl!. Nasıl İbrâhîm`in üzerinde sâbit ve mübârek kıldınsa!. Yâ Rab, Sen Hamîd`sin, Sen Mecîd`sin!.
Gelen bir rivâyete göre şöyle demiştir: Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem (muazzez hafidleri) Hasen`le Hüseyn`e (meâli aşağıdaki duâyı) okurdu. Ve: (Büyük) babanız (İbrâhîm) de bu duâyı (oğulları) İsmâil ile İshâk`a okurdu! der idi: Allah`ım -insin, cinnin, şeytanı(nın şerri)nden, (zehirli) haşerattan ve dokunan her kötü gözden- şifâ veren kelimelerine sığınırım.
Rivâyet olunduğuna göre Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem (tevâzu` ederek) şöyle buyurmuştur: (ölen bir zî-hayâtın diriltilmesinden şüphelenmeğe) biz İbrâhîm`den daha haklıyız. İbrâhîm Cenâb-ı Hakk`a: - Yâ Rab, ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster! diye niyâz ettiği zaman İbrâhîm`e Rabb`ı: - Yoksa bu işe inanmıyor musun? demişti. İbrâhîm: - Hayır, inanıyorum yâ Rabbî! Şu kadar ki, nasıl diriltildiğine gönlüm iyice kansın, yatışsın istiyorum, demiştir. Allah, Lût Peygambere de rahmet etsin! O da (Allah`a ilticâ edip dururken) kavmine: [Benim size karşı bir kuvvetim olsaydı, yâhut çok sarp bir kaleye sığınabilseydim. (misâfirlerimi şerrinizden sıyânet ederdim) demiştir]. (Sonra) Resûlullah: [Eğer ben zindanda Yûsuf`un kaldığı gibi uzun zaman mahpus kalsaydım (onu) mahbesten çağırmağa gelen kişinin o da`vetine hemen icâbet ederdim (de: haydi efendine git de tahkîkat yapsın!) demezdim] buyurmuştur.
Rivâyete göre şöyle demiştir: bir kere Eslem kabîlesinden bir cemâat (müsâbaka için) ok atışırken Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem yanlarına uğradı da: - Ey İsmâil oğulları, haydi ok atınız!. Sizin (büyük) babanız da (mâhir) bir ok atıcı idi. (Bu müsâbakada) ben filân oğlu (İbnü`l-Ekva`) ile berâberim, buyurdu. Râvî der ki: Peygamber`in bu sözünü işitince iki gurub müsâbakacılardan bir tarafı ellerini ok atmaktan çektiler. Bunun üzerine Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem: - Size ne oldu ki, ok atmıyorsunuz? buyurdu. Onlar da: - Yâ Resûla`llah! Siz, muhâlifimiz gurub ile berâberken (o tarafa) nasıl ok atarız?dediler. Resûlullah: - Haydi atınız!. Ben sizin hepinizle berâberim, buyurdu.
Rivâyete göre, Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem Tebük gazâsında Semûd kavminin helâk olduğu vâdîde konakladığı zaman Ashâb`ına: Buranın kuyusundan (su) içmemelerini ve buradan su almamalarını i`lân etti. Ashâb: "Yâ Resûla`llah! Biz, bu kuyunun suyundan alıp hamur yoğurduk, su kaplarımızı doldurduk!" dediler. Bunun üzerine Resûlullah: "Öyle ise hamuru atınız, o aldığınız suyu da dökünüz!" buyurdu.
Rivâyet olunduğuna göre, Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem: "Kerîm oğlu, Kerîm oğlu, Kerîm oğlu Kerîm; İbrâhîm oğlu, İshâk oğlu, Ya`kub oğlu Yûsüf aleyhimü`s-selâm`dır" buyurmuştur.
Rivâyet olunduğuna göre Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem Hızr`a Hızır denilmesinin sebebini îzâh ederek: "Hızır otsuz kuru bir yere otururdu da ansızın o otsuz yer yeşillenerek peşi sıra dalgalanırdı" buyurmuştur.
Rivâyete göre şöyle demiştir: Biz bir kere Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem ile berâber (Merrü`z-Zahrân mevkiinde) misvak ağacının yemişini toplayorduk. Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem orada bulunanlara: - Siz bu yabânî yemişin kararanlarını tercîh ediniz!. Çünkü onun siyahı en lezzetlisidir, buyurdu. Orada bulunan Ashâb: - Yâ Resûla`llah! (Bu yemişin iyisini, kötüsünü çobanlar bilir.) Siz koyun güttünüz mü? diye sordular. Resûlullah: - (Acâyip! Mûsâ olsun, başkası olsun) Peygamberlerden hiç bir Peygamber yoktur, o muhakkak koyun gütmüştür, buyurdu.