Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: Benim tarafımdan (teblîğ edilen Kur`an`dan) bir âyet olsun (halka) ulaştırınız, (öğretiniz!) Benî İsrâil (in ibretli kıssaların) dan da haber verebilirsiniz!. Bun(u haber vermek) de beis yoktur. Her kim de (benim söylemediğim bir şey`i söyledi diye) bile bile bana yalan isnâd ederse, o da Cehennem`deki yerini hazırlasın!
Rivâyete göre, Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem: "Yahûdî ve Hristiyanlar (ak saçlarını, sakallarını) boyamazlar. Siz onlara muhâlefet ediniz!" buyurmuştur.
Rivâyete göre Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Sizden önce geçen ümmetlerden birisi içinde bir kişi vardı. Onun (vücûdünde) bir yarası vardı. (Kangren hâline gelmişti.) Onun elem ve ıztırâbına dayanamayıp bir bıçak almış da onunla elini kesmişti. Fakat kan bir türlü kesilmemiş nihâyet ölmüştür. Allahu Teâlâ: kulum kendi kendisine (ölüme teşebbüs ederek) bana takaddüm eyledi. Ben (de) ona Cennet`i haram kıldım, buyurdu.
Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğunu işittim, dediği rivâyet olunmuştur: Benî İsrâil`de abraş, kel, kör üç kişi vardı. Allahu Teâlâ bunları imtihan etmek istedi de onlara bir Melek gönderdi. Melek abraşa geldi: - En çok neyi seversin? dedi. Abraş: - Güzel renk (ve sîmâ), güzel ten (ve nermin vücûd). Çünkü halk beni çirkin görüyor, (benden iğreniyor) dedi. Resûlulah buyurmuş ki: Melek abraşın vücûdunu sıvadı. Ondan bu çirkin manzara gitti de ona güzel bir sîmâ, güzel bir ten verildi. Bundan sonra Melek ona: - En çok hangi malı seversin? diye sordu. Abraşlıktan kurtulan kişi: - Deveyi, dedi, yâhut da sığırı, dedi. Deve isteyene on aylık gebe bir deve verildi. Bunun üzerine Melek ona: bu deve mübârek (ve bereketli) olsun! diye duâ etti. (Sonra) Melek başı kel, (saçsız) kişinin yanına vardı.Ona da: - En çok neyi seversin? diye sordu. O da: - Güzel saç isterim; şu kellik benden gitsin!. Herkes benden iğreniyor, dedi. Resûlullah buyurmuş ki: Melek onun başını sıvadı da ondan kellik gitti. Ve güzel bir saç verildi. Melek: - En çok hangi malı seversin? diye sordu. O da: - Sığırı severim, dedi. Ona gebe bir sığır verildi. Ve ona: bu sığır sana mübârek olsun! diye duâ etti. Melek körün yanına da geldi. Ve: - Allah gözümü bana iâde buyursun da ben de onunla insanları göreyim, dedi. Resûlullah buyurmuş ki: Melek o(nun gözü) nü sıvadı da Allah ona gözünü iâde buyurdu. Melek köre: - Hangi malı çok seversin? diye sordu. O da: - Koyunu severim, dedi de Melek ona kuzulu bir koyun verdi. Bir müddet sonra deve ve sığır sâhiplerinin devesi ve sığırı yavruladı. Koyun sâhibinin de koyunu kuzuladı. Bu sûretle deve isteyen kişinin bir dere dolusu devesi oldu. Sığır dileyen kimsenin de bir dere dolusu sığırı oldu. Koyun ihtiyâr eden a`mânın da bir vâdî dolusu koyunu oldu. Bundan sonra (günün birisinde) o Melek, üç kişi ile ilk görüştüğü sûret ve hey`etinden abraş kişiye geldi de dedi ki: - Ben fakir (ve garip) bir kişiyim. Yol üzeri maîşet ve memleketime muvâsalat sebepleri kesilmiştir. Bu günkü günde benim için murâdıma nâil olabilmek ancak evvelâ Allah`ın inâyetiyledir; sonra senin. Şimdi ben, sana güzel bir renk, güzel bir vücut ve birçok mal veren Allah rızâsı için senden bir deve isterim ki, bu seferimde onun üzerinde murâdıma ve vatanıma erişebileyim. Bunun üzerine bu eski abraş ona: - İyi amma hak sâhipleri (isteyen akirler) çoktur. (Her gelen dilenciye bir deve vermek işime gelmez) dedi. Melek de ona: - Öyle sanıyorum ki, ben seni tanıyacağım. Sen halkın iğrendiği abraş kimse değil misin?. Sen fakir idin de bu malı sana Allah vermişti, dedi. Bu eski abraş Meleğe: - Hayır, ben bu mala atadan ataya intikal ederek vâris oldum, dedi. Melek de ona: - Eğer sen bu iddianda yalancı isen Allah seni eski hâline çevirsin! dedi. Sonra Melek ilk mülâkatındaki sûretinde ve hey`etinde kel adama geldi de abraşa dediği gibi ona da söyledi. Ve abraşın reddettiği gibi bu kel de reddetti. Melek de ona: Eğer sen bu iddianda yalancı isen, Allah seni eski hâline çevirsin! diye bed-duâ etti.
Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: Benî İsrâil içinde bir kimse vardı. O, doksan dokuz insan öldürmüştü. Sonra, bu adam evinden çıkıp (o zamânın büyük âlimlerine bu cinâyetlerin tevbe ile afvı imkânını) sormağa başlamıştı. (İbtidâ) bir râhibe varıp sordu. Ve: acabâ benim için tevbe (den istiâde ihtimâli) var mıdır? dedi. Râhib: hayır yoktur!. diye cevap verdi. (Bu menfî cevap üzerine) katil, râhibi de öldürdü. Sonra bu adam yine sormağa başladı. (Sorduklarından) bir kişi ona: - Sen filân köye (Nusrat köyüne) ve (oradaki) filân mâbede git! (Orada birtakım insanlar Allah`a ibâdet ederler. Sen de onlarla berâber Allah`a ibâdet, günahlarından tevbe et ve memleketine bir daha dönüp gitme. Çünkü orası kötü bir mıntıkadır, dedi. O da Nusrat köyüne yönelip gitti. Nihâyet yolun tam yarısına vardığında) ölüm erişti. Tevbekâr olmak için gittiği köye doğru göğsü ile yöne(lerek ö)ldü. Şimdi rahmet Melekleriyle azâb Melekleri muhâsamaya başladılar: (rahmet Melekleri: bu adam tevbe ederek ve kalbiyle Allah`a yönelerek bize doğru geldi, diyorlardı. Azâb Melekleri de bu adam asla hiç bir hayır işlememiştir, diyorlardı. Bu sırada insan sûretinde bir Melek geldi. Her iki taraf bu Meleğe aralarında hakem yaptılar. O Melek: şimdi siz buradan i`tibâren geldiği köy ile gideceği köyün mesâfelerini ölçüp biribiren tatbîk ediniz!. Bunun öldüğü bu yer, iki köyden hangisine yakın ise müteveffâ o köye âit olur, dedi). Bunun üzerine Allahu Teâlâ tevbe için gideceği köye: "biraz yaklaş!" diye, müteveffânın kendi köyüne de: "biraz uzaklaş!" diye vahyetti. Rahmet ve azâb Meleklerine de: haydi şimdi her iki tarafı ölçerek ikisi arasındaki mesâfeyi mukayese ediniz! diye emretti. Müteveffâ tevbe köyüne bir karış daha yakın bulundu. Ve bu cihetle mağfiret olundu.
Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: (Benî İsrâil`den) bir kişi öbür kişiden ona âit akarı satın almış. Akarı satın alan kimse akarında içi altın dolu bir testi bulmuş. Satın alan kişi satan kimseye: - Haydi, benden şu altını al!. (Bu altın senindir). Çünkü ben senden yalnız bu toprağı satın aldım; altınları satın almadım, demiş. Toprağın (eski) sâhibi olan kişi de müşteriye: - Ben sana bu toprağı, içindeki müştemilâtiyle berâber sattım, demekle bâyi` ile müşteri (üçüncü) bir kişiye, varıp muhâkeme olurlar. Kendisine arz-ı hâl ettikleri bu kimse de bunlara: - Sizin oğlunuz, kızınız var mı? diye sorar. Bunların birisi (müşteri): - Benim bir oğlum var, der. Öbirisi (bâyi`) de: - Benim bir kızım var, diye cevap verir. Tahkîm edilen kişi de: - Bu oğlana, bu kızı nikâh ediniz!. Ve yeni evlilere bu altından (bir parçasını) veriniz; bir parçasını da kendinize (müştereken) sarfediniz! diye hükmeder.
Gelen rivâyete göre, Üsâme`ye: - Tâûn hakkında Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`den ne duydun? diye sorulmuş. Üsâme de: - Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğunu işittim, demiş: Tâûn bir azâbtır. Benî İsrâil`den bir kavme, yâhut sizden önce geçen bir ümmete gönderilmiştir. Siz bir yerde o(nun çıktığı) nı duydunuz mu, o tâûnlu yere gitmeyiniz!. İçinde bulunduğunuz bir yerde de tâûn zuhûr ederse, ondan kaçarak oradan çıkmayınız!.
Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in kadını Âişe radiya`llahu anhâ`dan rivâyete göre, Hazret-i Âişe: Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`e tâûndan sordum da bana şöyle cevap verdi, demiştir: Tâûn şüphesiz bir azâbtır; Allah dilediği kuluna gönderir. Yine muhakkak ki, Allah, tâûnu mü`minler hakkında şehâdet vesîlesi kılmıştır. Bir yerde tâûn zuhûr eder de orada bulunan bir mü`min -sabır ederek, sevab umarak, bu tâûn yalnız Allah`ın takdîr ettiği kimseye isâbet eder, kanaatini besliyerek- bulunduğu şehirde eğlenirse, muhakkak Allah ona şehid ecrine benzer sevab takdir buyurur.
Gelen rivâyete göre demiştir ki: Şimdi ben Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in yüzüne bakıp görür gibiyim. O, enbiyâdan bir Peygamberi hikâye ediyordu ki: kavmi onu dövmüş de kan içinde bırakmış. Fakat o, yüzünden hem kanı siliyor, hem de: Yâ Rab! Kavmimi mağfiret eyle (onlar câhildirler; beni) bilemezler, diyordu.
Rivâyete göre, Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Geçmiş zamanda kendini beğenmiş bir kişi, kibir ve gurur ile izârını sürüklediği sırada yere batırıldı. O, kıyâmet gününe kadar bağırarak, debrenerek yerin dibine girecektir.