(Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğu) rivâyet olunmuştur: Eslem ve Gıfâr ile Müzeyne ve Cüheyne`den bir kısmı -yâhut Resûlullah, Cüheyne`den veya Müzeyne`den bir kısmı dedi- Allah yanında -yâhut Resûlullah kıyâmet gününde dedi- Esed, Temîm, Hevâzin ve Gatafân`dan hayırlıdır.
Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem: "Kahtan oğullarından bir kişi çıkıp nâsı asâsiyle sevk ve idâre etmedikçe kıyâmet kopmayacaktır" buyurduğu rivâyet olunmuştur.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Biz, (Müreysî` seferinde) Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem ile berâber gazâ etmiştik. Muhâcirlerden birtakım kimseler de toplanmış, Resûlullah ile berâber sefer etmişti. Hattâ Muhâcirler (Ensâr`dan) çoğaldı. Muhâcirlerden şakacı birisi de vardı. Ensar`dan birisinin kıçına (şaka olarak) vurmuştu. Ensârî aşırı derecede hiddetlenmişti. Nihâyet (kavga başladı) iki taraf da kabîlelerini imdâda çağırdılar: Ensar`dan olan kimse: Ey Medîneliler, imdâdıma koşunuz! diye feryâd etti. Muhâcir şakacı da: Ey Muhâcirler, imdâdıma geliniz! diye seslendi. Bu sesler üzerine Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem çıktı ve: -Câhiliyet halkının çığlığiyle feryattan maksat nedir? buyurdu. Sonra da: - Onlara ne olmuş (ki, İslâm âdetini bırakıyorlar), neden câhiliyet âdetiyle sesleniyorlar? diye sordu. Bir Muhâcirin Ensâr`dan birisine şaka ile vurduğu bildirildi. -Râvî der ki:- Bunun üzerine Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem: - Şu câhiliyet çığlığını bırakınız!. Soyunu çağırmak (onunla hak kazanmak) ne kötü şeydir? buyurdu. (Münâfıkların reîsi olan) Abdullah İbn-i Übey İbn-i Selûl de: - Vay, şunlar bizim Medîne halkı üzerine Muhâcirleri ayaklandırmak mı istiyorlar?. Hele biz bir kere Medîne`ye dönüp varalım; bizim en azîzimiz (gûyâ kendisi) onlardan en zelîl olanı (gûyâ Peygamber`i) elbette ve muhakka sûrette (Medîne`den) çıkaracaktır, dedi. Bunun üzerine Ömer, İbn-i Übey için: - Ey Allah`ın Peygamberi! Şimdi ben şu habîsi gebertmez miyim? dedi. Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem de: - (Bırak şunu!) Halk, Muhammed, Ashâb`ını öldürmeğe başladı, diye dedi-kodu etmesin! buyurdu.
Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in: Amr İbn-i Luhay İbn-i Kam`a İbn-i Hindif Huzâa (kabîlesi) nin (büyük) babasıdır, buyurduğu rivâyet olunmuştur.
Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: (Küsûf namazı kılarken) ben Cehennem`de Huzâî Amr İbn-i Âmirî`yi kendi barsaklarıı (ateş içinde) sürükler bir halde gördüm. Çünkü Amr-ı Huzâî, develeri salma adak yapanların önderi idi.
(Ebû Cemre) şöyle rivâyet etmiştir: bir kere İbn-i Abbâs bize: Ebû Zerr`in nasıl müslümân olduğunu size bildireyim mi? diye sormuştu, biz de: evet bildir! demiştik. (İbn-i Abbâs şöyle anlattı): Ebû Zer dedi ki: ben Gıfâr (kabîlesin) den bir kimse idim. (Günün birisinde): "Mekke`de bir kimse çıkmış, Peygamber olduğunu iddia ediyormuş" diye bize bir haber erişti. Ben de kardeşim (Üneys)e: haydi (Mekke`ye) şu kimseye git, görüş!. (Ne söylerse dinle). Ve onun (hakkında edindiğin) haberle bana gel! dedim. (Nihâyet) kardeşim gitti. Resûlullah`a kavuştu. Sonra dönüp geldi. Kardeşime: - Ne haber var? diye sordum. O da: - Bir kişi gördüm. O, hayır ile emrediyor, şerden nehyediyor, dedi. Kardeşime: - Gönlüme şifâ verir bir haber getirmedin! dedim. Ve kendim bir dağarcık, bir de asâ aldım. Sonra Mekke`ye yöneldim. (Mescid-i Harâm`a geldim) fakat ben Resûlullah`ı tanımıyordum. Onu başkasına sormak da fenâma gidiyordu. Zemzem suyu içiyordum. Ve mescidde bulunuyordum. Ebû Zerr (devamla) der ki: - Bu sırada yanıma Alî (İbn-i Ebî Tâlib) uğradı ve: - Şu adam gariptir sanırım! dedi. Ben de: - Evet garibim, dedim. Alî: - Öyle ise bizim eve buyur! dedi. Ebû Zer der ki: Alî ile berâber gittim. (Sabaha kadar) o bana (seyahatime dâir) bir şey sormadı. Ben de ona haber vermedim. Sabahlayınca (kalktım) Resûlullah`ı sormak için kuşluk vakti mescide gittim. Fakat kimse bana ona dâir bir şey bildirmedi. Ebû Zer (devâm edip) dedi ki: - (Yine) bana Alî uğradı ve: - Bu adam için yerini öğrenmek zamanı gelmedi mi? (yani hâlâ garip mi, bir yer bulup yerleşmedi mi?) diye sordu. Ben de: - Hayır, (burada ikamet niyetinde değilim) dedim. Alî: - Haydi (bize) gidelim, dedi. (Gittik, evde) Alî: - Yâhu senin işin, (hâl ü şânın) nedir? Bu şehre neye geldin? diye sordu. Ben de: - Mahrem tutacağına bana söz verirsen sana anlatırım, dedim. Alî: - Emîn ol öyle yaparım, dedi. Ben de şöyle anlattım: - Duyduğumuza göre burada bir kişi çıkmış, Peygamberim, dermiş. Onunla görüşmek üzere kardeşimi gönderdim. Fakat kardeşim döndü geldi. Getirdiği haber bana kanâat vermedi. Bunun üzerine kendim bu zâta varıp yüz yüze kavuşmak (ve görüşmek) istedim, (buraya geldim). Alî: - Hiç şüphesiz sen (âkılâne hareket ettin) hidâyete mazhar oldun. (Bu zât, Allah`ın resûlüdür, hak Peygamberdir. Sabahleyin ben yanına gideceğim. Sen de ardımca gel! dedi. Sabah olunca Alî): İşte ben Resûlullah`ın yanına gidiyorum; arkam sıra gel; benim girdiğim yere sen de gir!. Şâyet ben (yolda) sana zarar vereceğinden korktuğum birisini görürsem, ben, papucumu düzeltir gibi bir duvara yönelir dururum. Sen (durma) git! (Ber yürüyüp nereye girersem, sen de oraya gir!) dedi.. Alî gitti. Ben de onunla berâber gittim, nihâyet o, Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in huzûruna girdi. Onunla berâber ben de girdim. Hemen Resûlullah`a: - Yâ Resûla`llah, bana İslâm`ı ta`lîm buyur! dedim. O da telkîn buyurdu. Ben de bulunduğum yerde hemen müslümân oldum. Bunun üzerine Resûlullah: - Ey Ebû Zer, bu işi mahrem tut, ve memleketine dön, git!. Sonra sana bizim zuhûrumuz haberi, ne zaman erişirse hemen gel! buyurdu.
Gelen rivâyete göre şöyle demiştir: "Habîbim, en yakın kavim ve kabîleni (Allah`ın azâbiyle) korkut!" meâlindeki âyet nâzil olduğunda Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem (bir gün evinden çıktı. Tâ Safâ dağına ve biribiri üzerine yığılmış büyük taş kümelerinin yanına vardı, en yüksek bir kayanın üstüne çıkıp yükseldi. Sonra: Ey Kureyş buraya geliniz, toplanınız!. Büyük bir iş karşısında bulunuyorsunuz, diye seslendi). Kureyş kabîlerini, ey Fihr oğulları, ey Adiy oğulları (ey Abd-i Menâf oğulları, ey Abdü`l-Muttalib oğulları) diye oymak oymak çağırmağa başladı.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: (Şâir) Hassân, (Kureyş) müşriklerini hiciv ve zem etmek husûsunda Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`den müsâade istemişti. Resûlullah: - (Kureyş içindeki) benim mesebim ne olacak? diye sordu. Hassân: - Yâ Resûla`llah! Hiç şüphesiz ben, seni (n soyun Benî Hâşim`i) Kureyş soyları arasından hamurdan kıl çeker gibi muhakkak çeker çıkarırım, diye cevab verdi.
Rivâyete göre, Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Bana mahsûs ve munhasır (ve en yüce) beş isim vardır: Ben Muhammed`im ve Ahmed`im, ben o Mâhîyim ki, Allah benim (Nübüvvtim)le küfrü izâle edecektir. Ben o Hâşirim ki, (Kıyâmet gününde) nâs beni ta`kîb ederek haşrolunacaktır. Ben Âkıbim, Hâtemü`l-Enbiyâ`yım. (Benden sonra hiç kimse Nebî olmıyacaktır.)
Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: Ashâbım! Siz hayret edip şaşmaz mısınız? Bakınız Allah Kureyş (kâfirlerin) in sebbetmesini ve ilencini, benden nasıl def` etmiştir?. Ben Muhammed (adiyle ma`rûf ve memdûh) iken onlar (tebdîl ederek): Müzemmem diye sebhederler ve Müzemmem diye eğlenirlerdi.