Rivâyete göre Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem Übey İbn-i Kâ`b`a: - Allah bana: ...sûresini muhakkak sana okumaklığımı emretti, buyurdu. Übey: - Yâ Resûla`llah! Allah benim adımı da (açıkça) andı mı? diye sordu. Resûlullah: - Evet andı! diye tasdîk buyurdu. Bunun üzerine Übey İbn-i Kâ`b (sevincinden) ağladı.
Rivâyete göre şöyle demiştir: Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem zamânında Kur`ân`ı dört zat ezberlemişti ki, dördü de Ensâr`dandır: Übey İbn-i Kâ`b, Muâz İbn-i Cebel, Ebû Zeyd, Zeyd İbn-i Sâbit`tir. Enes İbn-i Mâlik`e, Ebû Zeyd kimdir? diye soruldu. O da: Amucalarımın biri! diye cevap verdi.
Rivâyete göre şöyle demiştir: Uhud günü asker hezîmete uğrayıp Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in yanından dağıldığı sırada Ebû Talha Resûlullah`ın huzûrunda -deriden kalkanını ona siper yaparak- sebât etmiş bulunuyordu. Ebû Talha, mehâretli bir kemankeşti. Yayının kirişi sertti; oku hızlı giderdi. Uhud günü Ebû Talha (çok ok attığından) iki, yâhut üç (yay) kırmıştı. O gün Ebû Talha`nın yanından -terkisi yayla dolu olarak- geçen her mücâhide Resûlullah: - Terkindeki yayları Ebû Talha`nın önüne boşalt (o atsın) derdi. Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem düşman (okçuları) na bakmak için ayağa kalkarsa hemen Ebû Talha: - Babam, anam sana kurban olsun yâ Resûla`llah sakın yükselme! Düşman oklarından bir uğursuz okun sana isâbet etmesinden korkarım; işte göğsüm, senin göğsünün önünde (siper) dir! derdi. Uhud günü hakîkî bir vâkıa da Ebû Bekr`in kızı Âişe ile (annem) Ümm-i Süleym`i (mücâhitler arasında) görmekliğimdir: Bu iki kadın elbîselerini çemremişlerdi; dizlerinin=bacaklarının halhallerini görmüştüm. Bunlar arkalarında kırbalar, çeviklikle su taşıyorlar, mecrûhların ağızlarına döküyorlardı. Kırbalar boşalınca sür`atle geri dönüp gelerek kırbaları dolduruyorlar, sonra gelip mecrûh mücâhitlerin ağızlarına boşaltıyorlardı. Yine Uhud günü (düşmana havâle ettiği ağır darbelerle) Ebû Talha`nın elinden iki, yâhut üç kere kılıcı düşmüştü.
Rivâyete göre şöyle demiştir: Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in: (Şimdi) yeryüzünde gezen hiçbir kimse için "bu ehl-i Cennettir" dediğini işitmedim. Ancak Abdullah İbn-i Selâm müstesnâdır. (O Cennetliktir) ve: ...âyeti sonuna kadar İbn-i Selâm hakkında nâzil olmuştur.
Rivâyete göre şöyle demiştir: Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem zamânında bir rü`yâ görmüştüm ve onu Resûlullah`a arzetmiştim. (Şöyle ki:) rü`yâmda kendimi sanki bir bahçede gördüm -diyerek o bahçenin genişliğini, yeşilliğini zikretti- o bahçenin bir tarafında demir bir direk vardı. Bu direğin alt tarafı yerde, yukarısı gökte idi, yukarısında da tutunacak bir kulp, bir çenber vardı. Bana: - Haydi bu direğe çık! denildi. Ben: - Gücüm yetmez! dedim. Bunun üzerine yanıma bir hizmetçi geldi. Ve arkamdan elbîsemi çıkardı. Bunun üzerin direğin tâ tepesine kadar çıktım. Ve kulpu yakaladım. Bana: Halkayı iyi tut, bırakma! diye tenbîh edildi. Bunun üzerine direğin kulpu elimde olarak uyandım, ve bu rü`yâmı Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`e arzettim. Resûlullah (ta`bîr ederek): - Gördüğün bahçe İslâm dînidir. Direk de İslâm dîninin direği (Tevhîd) dir. O kulp da çok sağlam (olan îman) dır. Sen ölünceye kadar İslâm dîni üzerine yaşayacaksın, (Cennetlik olacaksın!) buyurdu.
Rivâyete göre şöyle demiştir: Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in kadınlarından ihçbirisi hakkında ben; Hadîce`ye karşı kıskançlığım derecesinde kıskanç değildim. Halbuki ben Hadîce`yi (Resûlullah almazdan önce vefât etmişti). Fakat Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem, onu (yanımda) çok anardı. Çok def`a koyun keserdi sonra da etini, budunu parçalardı. Daha sonra Hadîce`nin sâdık (kadın) dostlarına gönderirdi. Bâzı def`a ben, (sabırsızlanarak) Resûlullah`a: - Sanki yeryüzünde hiç kadın yok da yalnız Hadîce mi var! diye ta`rîz ederdim; Resûlullah da: - Hadîce (şöyle) idi, Hadîce (böyle) idi (diye mahâsinini sayar) ve ondan çocuklarım var! buyururdu.
"Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem (Hırâ` dağında iken) yanına Cibrîl gelmiş de şöyle demiştir" dediği rivâyet olunmuştur: Yâ Resûla`llah! İşte şu Hadîce`dir; sana doğru geliyor. Yanında bir kap var; içinde katık, yâhut taâm, yâhut şerbet var. Hadîce sana geldiğinde ona, Rabb`inden ve benden selâm söyle! Ve Cennet`te inciden yapılmış bir sarayla da müjdele ki, onun içinde (Hadîce`nin hoşlandığı gibi) gürültü, patırdı yok ve çalışmak, çablamak da yok!
Rivâyete göre şöyle demiştir: Bir kere Hadîce`nin hemşîresi Hâle Bint-i Huveylid (Medîne`ye gelip) Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in huzûruna girmek için izin dilemişti. Resûlullah (iki hemşîrenin seslerindek benzeyişle) Hadîce`nin (vaktiyle) istîzânını hatırlayarak hâl-i tegayyür etti ve: Allah`ım, istîzân edeni Hâle kıl! diye duâ etti. Âişe der ki: Artık kıskandım da (Hadîce`yi kasdederek): - Yâ Resûla`llah! (İhtiyarlıktan) ağzının (dişlerini dökülüp) iki tarafında diş etlerinin kızartısından başka bir beyazlık kalmıyan ve zamânın (tekallübâtı) içinde ölen ihtiyar Kureyş kadınlarından bir kocakarının nesini anarsın?. Allah onun yerine sana, ondan daha hayırlısını vermiştir! diye Resûlullah`ı karşıladım.
Rivâyete göre şöyle demiştir: Utbe İbn-i Rabîa kızı Hind, bir kere Resûlullah`ın huzûruna gelerek: - Yâ Resûla`llah! Vaktiyle yeryüzünde ev, bark sâhibi âilelerden hiçbir âile yoktu ki, onların zelîl olmaları, senin hânedânının zelîl olmasından bana daha sevgili olsun! Sonra bugün yeryüzünde hiçbir âile de yoktur ki, onların azîz olmaları, senin hânedânının izzet ve saâdeti derecesinde bana sevimli olsun! dedi. Resûlullah da Hind`e: - Hayâtım yed-i kudretinde olan Allah`a yemîn ederim ki, ben de sana nisbetle senin gibiyim! diye cevab verdi. Hadîsin geri kalan kısmı ise yukarıda geçti.
Rivâyete göre bir kere Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem (nübüvvet ve) vahiy gelmezden önce Beldah vâdîsinin alt tarafında Zeyd İbn-i Amr İbn-i Nüfeyl ile buluşmuştu. Bu sırada Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`e (Kureyş tarafından) bir sofra ve bir mikdar yemek takdîm olundu. (Resûlullah yemedi; Zeyd`e takdîm ettim) Zeyd de yemekten çekindi. Sonra Zeyd (Kureyş`e karşı): Ben, sizin ansâbınız nâmına kestiğiniz hayvanların etinden yemem, ben, yalnız üzerine Allah`ın adı anılarak kesilen hayvan etini yerim! dedi. (Abdullah İbn-i Ömer rivâyetine devamla der ki:) Muhakkak ki Zeyd İbn-i Amr, Kureyş`e karşı bu yoldaki zebîhalarını ayıplardı da bu âdetlerini reddederek ve nazarlarında büyütüp canlandırarak: - Ey Kureyş! Koyun bir mahlûktur ki, onu Allah yaratmıştır ve istifâdesi için gökten yağmur yağdırmıştır. Yerden de gıdâsını bitirmiştir. Sonra siz (Allah`ın yarattığı, besleyip büyüttüğü) bu hayvanı, Allah adının başkası bir ad anarak kesiyorsunuz? (Bu, akla, insâfa muvâfık mıdır?) derdi.