Rivâyet olunduğuna göre, müşârün-ileyh, güneş battığı sıra Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem bana: - Ey Ebû Zer, güneş nereye gider, bilir misin? diye sordu. Ben: - Allah ve Peygamber`i bilir, dedim. Resûlullah: - Güneş gider tâ arşın altında (ki karargâhında) secde eder (gibi Allah`a inkıyâd eder) ve (mu`tâd üzere maşrıktan doğmak üzere) izin ister de ona destûr verilir. (Ve şarktan doğar. Bununla berâber güneş Âdem-oğullarının günahkârları üzerine doğmayı fenâ görür) ve bu halde secde etmeğe yaklaşır. Fakat secdesi kabûl olunmaz. (Matla`ına gitmeğe) izin ister de izin de verilmez. Ve ona: artık nereden geldinse oraya dön! denilir. O da battığı taraftan doğar. Resûlullah`ın güneş hakkındaki bu ihbârı, Allahu Teâlâ`nın: - "Güneş, onun devrine ta`yîn olunan makarrinde seyr eder. Güneşin (en ince bir hesap üzere) makarrindeki bu seyri, kudreti her şeye galip, ilmi her ma`lûmu muhît olan Allah`ın takdîridir" meâlindeki kavli (nin mazmûnu) dur.
Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in: Güneşle ay Kıyâmet gününde (zıyâları sönüp biribiri içine) dürülürler, buyurduğu rivâyet olunmuştur.
Rivâyet olunduğuna göre, demiştir ki: Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem gök yüzünde yağışlı sanılan bir bulut görünce (kâh) ona karşı durur, geri dönerdi; (kâh evimize) girer, çıkardı. Ve (bu karanlık buluttan ümmete bir âfet erişmesinden endîşe ederek) çehresi (nin rengi) değişirdi. Yağmur gökten yağınca da Resûlullah`dan bu endîşe zâil olurdu. Âişe (Hazretleri) demiştir ki: ben bunun sebebini Resûlullah`dan öğrenmek istedim. O bana: - Ne bileyim? Belki bu kara bulut bir kavmin (Âd kavminin) dediği gibi (bir azâb) olur (ki Kur`an`da şöyle hikâye olunmuştur:) Âd kavmi kendîlerine va`d olunan azâbı -âfâkı enine kaplayarak vâdîlerine karşı gelen- bir bulut hâlinde gördükleri zamân onlar: - Şu ufuktaki karaltı bize yağmur yağdıracak bir buluttur, demişlerdi. (Hûd Peygamber de onlara): - Belki o, (gelmesini) ta`cîl ettiğiniz azâbtır; (o bir) rüzgârdır ki, içinde elem verici azâb vardır (diye cevap vermiştir).
Rivâyete göre, demiştir ki: Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem bana (insanın hilkati atvârından) haber verdi -ki o, kendi doğru söyler, kendisine de doğru bildirilir- buyurdu ki: sizin biriniz (in hilkati mebdeinde) ana vebaba maddeleri kırk gün ananın karnında toplanır, (halka müstaid bir halde tahammür eder). Sonra o maddeler o kadar zamân (kırk gün) içinde katı bir kan pıhtısı hâlini alır. Sonra yine o kadar zaman (kırk gün) içinde mudga = bir çiğnem ete tahavvül eder. (Dördüncü tekâmül tavrında) Allah bir Melek gönderir. Ve tekâmül eden mudgaya (şu) dört kelime (yi yazması) emrolunur ki: onun işini, rızkını, ecelini, şakî veya saîd olduğunu yaz! denilir. (İbn-i Mes`ûd demiştir ki: Abdullah`ın hayâtı yed-i kudretinde olan Allah`a yemîn ederim ki: Melek bunları yazdıktan) sonra ona ruh üflenir. (Cenin canlanır). İmdi sizden bu kişi (bu fıtratı îcâbı dünyâda) iyi iş işler de hattâ kendisiyle Cennet arasında yalnız bir kulaç mesâfe kalır. Bu sırada (Meleğin ana karnında yazdığı) yazı gelir; o kişiyi önler. Bu def`a o, Cehennemliklerin işini işlemeğe başlar (da Cehennem`e girer) sizden bir kişi de (fenâ) iş işler. Hattâ kendisiyle Cehennem arasında ancak bir kulaç mesâfe kalır. Bu sırada (Meleğin yazdığı) kitâbı gelir onu önler. Bu def`a o kişi ehl-i Cennetin işini (hayır iş) işler, (Cennet`e girer).
Gelen bir rivâyete göre, Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Allah, bir kulu sevdiğinde Cibrîl`e: - Allah filân kulu sever; sen de onu sev! diye emreder. Cibrîl de o kulu sever. Sonra Cibrîl gök halkına: - Allah filânı seviyor; onu siz de seviniz! diye seslenir. Göktekiler de o kimseyi sever. Sonra yerdeki insanlar (dan bir sevgi) konulur (da müslümanlar arasında da sevilir ve iyi kişi olarak anılır).
Rivâyet olunduğuna göre Âişe, Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`i şöyle derken işitmiştir: Melekler "Anân"e -ki, buluttur- inerler de gökte kazâ ve hükmolunan (istikbâle âit) bâzı şeyleri (kendi aralarında) görüşürler. Bu sırada şeytanlar (bu havâdisi) kulak hırsızlığı yaparlar. (İşittiklerini de) kâhinlere gizlice ulaştırırlar. Bu haberlerle berâber yüz (lerce) yalan da kendiliklerinden uydururlar.
Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: Cum`a günü olunca mescidin kapılarından her kapıda melekler bulunur. Onlar mescide ilk gelenleri birinci, (ikinci, üçüncü gelenleri sırasına göre) yazarlar. Hatip minbere oturunca sahîfeleri dürerler ve saflar arasına gelerek hutbeyi dinlerler.
Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in Hassân (İbn-i Sâbit)`e: Sen de müşrikleri hicv-ü zemmet, yâhud onların hicivlerine mukabelede bulun, Cibrîl de seninle berâberdir, buyurduğu rivâyet olunmuştur.
Rivâyete göre, bir kere Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem ona: - Yâ Âişe! Şu (yanımdaki) Cibrîl`dir, sana selâm ediyor, buyurmuş, Âişe de: - Selâm ve Allah`ın rahmeti ve bereketleri onun üzerine olsun! (diye karşılamış, ve) Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`i kasdederek: benim görmediğim (Cibrîl)`i sen görüyorsun! demiştir.
Rivâyet olunduğuna göre, Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem Cibrîl`e: - Ey Cibrîl, sen bizi şu ziyâretinden daha çok ziyâret etmez misin? demiş (ve daha sık gelmesini temennî etmiş) ti. İbn-i Abbâs der ki: bunun üzerine: [Biz melekler ancak Rabbının emriyle ineriz. Bizim (şimdi) önümüzde (olacak) ve arkamızda (olmuş bitmiş) ve bunların arasında (olmakta) bulunan bütün şuûnât, Allah`ın emir ve irâdesine tâbi`dir. Bununla berâber Rabb`ın seni unutur değildir] (meâlindeki âyet) nâzil oldu.