(Oğlu Muhammed İbn-i Cübeyr`in) rivâyetine göre Cübeyr, Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem ile berâber bulunduğu ve Resûlullah ile birtakım kimseler Huneyn (seferin) den döndüğü sırada birtakım bedevî araplar ganîmet isteyerek Resûlullah`ın etrâfına takılmışlardı. Hattâ Resûlullah`ı (son derece ta`cîz ederek) Semüre (denilen dikenli bir) ağaç altına ilticâya mecbûr etmişlerdi de o ağaç (ın iri dikenleri) Resûlullah`ın ridâsını (takılıp) kapmıştı. Bu cihetle Resûlullah` salla`llahu aleyhi ve sellem bir müddet orada tevakkuf buyurup: - Bana ridâmı veriniz! demiş ve müteâkıben (îrâd ettiği bir nutkun sonunda): - Şu iri dikenli ağacın dikenleri sayısınca ganîmet devesi ve sığırı farz olunsa, muhakkak ben onları aranızda taksîm ederim. Sonra siz beni ne cimri, ne yalancı, ne de korkak diye ithâm edebilirsiniz! buyurmuştur.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Ben bir kere Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem ile berâber gidiyordum. Resûlullah`ın üzerinde Necran mensûcâtından kalın kenarlı bir ridâ, (kaftan) bulunuyordu. Bâdiyeli bir Arab bize yetişti de Resûlullah`ın ridâsını şiddetle çekti. O sırada ben Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in boynu ile iki omuzu arasına bakmıştım (bir de ne göreyim?) Bedevînin ridâyı şiddetle çekmesinden ridânın (kalın) kenarı Resûllulah`ın boyun safhasında iz bırakmıştır. Bundan sonra bedevî Resûlullah`a: - Yanında bulunan Allah malından bana bir şey verilmesini emret! dedi. Bunun üzerine Resûlullah bedevîye doğru (şefkatle) baktı da güldü, sonra bu bedevîye biraz dünyâlık verilmesini emretti.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Huneyn günü (harb) olup bitince Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem (ganîmet taksîmi sırasında) bâzı kimselere ziyâde vermek sûretiyle husûsiyet bahş etti. (Meselâ Müellefe-i Kulûb`dan) Akra` İbn-i Hâbis`e yüz deve vermişti. Uyeyne`ye de bunun kadar vermişti. Arab eşrâfından bâzı insanlara da bu sûretle yüz deve ihsan buyurup bu Arab eşrâfını o gün ganîmet bölümünde başkalarına tercîh etmişti. (Peygamber`in bundaki gayesini anlamayanlardan) bir kişi (i`tirâz ederek): - Vallahi şu taksîm, kendisinde adâlet gözetilmeyen, yâhut kendisiyle Allah rızâsı kasd edilmeyen bir taksimdir ve bu muhakkaktır, dedi. Ben de: - Vallahi bu (küstahca) sözü ben Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`e muhakkak haber veririm, dedim. Ve Peygamber`e varıp haber verdim. Resûlullah: - Allah ve Resûlü adâlet etmezse kim eder?. Allah Mûsâ`ya rahmet etsin, o, bundan daha çok sözlerle ezâlandırıldı da sabretti (ve böyle küstahları cezâlandırmadı) buyurdu.
Rivâyet olunduğuna göre, müşârün-ileyh: [Biz, gazâlarımızda bal, (yağ), üzüm, (meyve gibi) yiyecek şeylere rast gelirdik. Bunları (yerinde) yerdik de (iddihâr için) nakletmezdik] demiştir.
Rivâyet olunduğuna göre, Hazret-i Ömer kendileri vefatlarından bir sene önce Basra Vâlisi (Cez` İbn-i Muâviye) ye gönderdiği bir emirnâmesinde: Mecuslardan (kendi âdetleri ve kendi nikâhlariyle aralarında zevciyet bulunan) her zî-rahm-i mahrem (karı, koca) arasını ayırınız!. (Her sâhiri de yakalayıp öldürünüz!) diye yazmıştır. (Vâli Cez`den: üç sâhir bulduk, öldürdük. Mecuslardan da mahrem karı kocaların aralarını ayırdık, dediği de diğer bir tarikle rivâyet olunmuştur.) Râvî: iptidâ Ömer mecusdan cizye almazdı. Nihâyet Abdurrahmân İbn-i Avf, Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in (Bahreyn`in) Hecer (şehri) mecûsundan cizye aldığına şahâdet etti. (Bunun üzerine Ömer de almağa başladı, demiştir.)
Ensar`dan Amr İbn-i Avf`den -ki, müşârün-ileyh Âmir İbn-i Lüey oğullarının dostu idi ve Bedir`de hazır bulunmuştu- rivâyet olunduğuna göre, Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem harp etmeksizin Bahreyn ahâlîsiyle bir sulh akd etmiş ve Bahreynliler (muayyen miktarda cizye vermeyi deruhde etmişlerdi. Resûlullah bunlar) üzerine Alâ` İbn-i Hadremî`yi Emir nasbetmiştir. Tahsîl olunan Cizye mallarını getirmek üzere de bilâhare Resûlullah Ebû Ubeyde İbn-i Cerrâh`ı Bahreyn`e gönderdi. Ebû Ubeyde İbn-i Cerrâh`ı Bahreyn`e gönderdi. Ebû Ubeyde cizye mallarını alarak Bahreyn`den Medîne`ye geldiğinde Ensâr onun geldiğini işitince -ki, bu haberin şuyûu Ashâb`ın Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem ile sabah namazı kıldığı bir zamâna tesâdüf etmişti- Ensar sabah namazını kılar kılmaz hemen dönüp Ebû Ubeyde`ye karşı çıktılar. Resûlullah Ashâb`ı bu halde görünce gülümsiyerek onlara: - Öyle sanıyorum ki siz, Ebû Ubeyde`nin hayli dünyâlıkla geldiğini duydunuz (da onu sevinçle karşılıyorsunuz!) buyurdu. Onlar da: - Evet yâ Resûla`llah! diye tasdîk ettiler. Bunun üzerine Resûlullah: - Şâd olunuz ve sizi sevindirecek ni`metleri (bundan böyle her zaman) umunuz!. Vallahi (bundan sonra) size fakr-ü ihtiyaç geleceğinden hiç korkmam. Fakat sizin için korktuğum bir şey varsa o da sizden önce gelip geçen ümmetlerin önüne dünyâ (ni`metleri) nin yayıldığı gibi sizin önünüze de yayılarak onların biribirlerine haset ettikleri ve nefsâniyet güttükleri gibi sizin de biribirinize düşmeniz ve onların helâk oldukları gibi sizin de mahvolup gitmenizdir, diye ümmeti intibâha da`vet etmiştir.
Ömer İbn-i Hattâb (hilâfetinin ikinci yılında bir ordu techîz ederek) Îran`ın mahal ta`yîn etmiyerek büyük şehirleri üzerine müşriklerle harbetmek üzere göndermişti. Bunun üzerine Hürmüzân müslüman oldu. (Hazret-i Ömer de onu mukarrebîni arasına alarak): - Ey Hürmüzân! Şimdi seninle (Îran fütûhâtını tamamlamak için) şu Fars, Isfahan, Azarbaycan hakkında istişâre ediyorum. Bunlardan, önce hangisinin fethine başlanmalıdır? diye sordu. Hürmüzân cevap vererek: - Evet Emîre`l-mü`minîn! Bu toprakların ve buralarda bulunan müslüman düşmanı halkın benzeri, iki kanadı, iki ayağı ve bir başı bulunan bir kuştur ki, bu kuşun bir kanadı kırıldığı farz edilse (o ölmez), bir kanadı ve bir başı ile iki ayağı ile (yaşar) durur. Amma kuşun başı ezilirse ayakları da, kanatları da, başı da (kırılır, ezilir) gider. İmdi bu işte baş, Kisrâ`dır. Kanadın biri Kayser`dir, öbürüsü de Fars`tır. Yâ Emîre`l-mü`minîn! Şimdi siz müslümanlara emrediniz de toptan Kisrâ üzerine hareket etsinler! dedi. (Îran harp târihinin son derece hulâsa edilmiş bu birinci safhasıdır). Râvî Cübeyr İbn-i Habbe (Îran vakayiinin ikinci bir safhasını rivâyet ederek) demiştir ki: (Kadisiyye fethinden geldikten sonra bir gün) bizi Ömer gazâ için çağırdı. Üzerimize de Nu`mân İbn-i Mukarrin`i kumandan dikti. (O da Kadisiyye fethinden yeni gelmişti. Bu yeni ordu içinde İbn-i Ömer ve Ashab`tan pek çok kimseler vardı. Biz Medîne`den hareket ederken Hazret-i Ömer Ebû Mûse`l-Eş`arî`ye Basra kuvvetleriyle, Huzeyfe`ye de Kûfe kuvvetleriyle hareket etmelerini ve Nehâvend`de birleşmelerini yazdı. Biz de Medîneden hareket ederek) düşman diyârında Nehâvend`e varıp birleştik. Kisrâ`nın kumandanı bizi (Fars, Kirman ve sâire ahâlîsinden) kırk bir kişilik bir kuvvetle karşıladı. Ve kumandan tarafından gelen bir tercüman bize: - Bâzı şeyler soracağım: İçinizden bir kişi bana cevap versin! dedi. (Ashâb`ın hakîm ve hatiplerinden) Muğîre İbn-i Şu`be: - Ne istersen sor! demesi üzerine tercüman (istihfafkârâne ve taşa, ağaca seslenir gibi): - Siz ne (mülevves) şeylersiniz? dedi. Muğîre şöyle cevap verdi: - Biz Arap ırkından birtakım kimseleriz. Biz vaktiyle azgın bir şakavet, zorlu bir belâ ve mihnet içinde yaşarken, açlıktan hurma çekirdeği, deri parçası sorarken, deve yününden ve kıldan elbîse giyerken, ağaca ve taşa taparken; hulâsa biz, böyle koyu bir vahşet ve cehâlet içinde iken göklerin ve yerlerin Rabbı, şânı âlî ve azameti mütecellî olan Allahu Teâlâ bize kendi aramızdan bir Peygamber gönderdi. Biz onun babasını anasını (aramızdaki şerefini, haseb-ü nesebini, doğru sözlülüğünü) biliriz. Şimdi Rabbımızın gönderdiği bu azîz Peygamberimiz salla`llahu aleyhi ve sellem bize -siz yalnız bir Allah`a ibadet edinceye, yâhut cizye verinceye kadar- sizinle harp etmemizi emir buyurdu. Ve Peygamberimiz salla`llahu aleyhi ve sellem Rabbımız nâmına bize haber verdi ki: bizden cihad uğrunda hayâtını fedâ edenler doğru Cennet`e gider. Ve Cennet`te, asla misli görülmedik ni`mete nâil olur. Şehid olmayıp da geride hayatta kalanlar da sizi esîr edip rakabenize mâlik olurlar: (Muğire İbn-i Şu`be bu âteşîn hitâbesini zeval vakti bitirmişti. Ve harpten başka bir çıkar yol olmadığını anlamıştı. Kumandanımız Nu`mân İbn-i Mukarrin`e harbe başlanmasını teklîf etti. Bunun üzerine) Nu`mân: - (Azîz kardeşim Muğîre!) Allahu Teâlâ seni, Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem ile berâber bu vak`a gibi bir çok muhârebelerde bulundur (makla mübâhi kıl) dı. (Hatırlarsınız ki, Resûlullah gündüzün ilk saatinde harbe başlamazsa zevalden sonraya te`hîr ederdi). Şimdi sabır ve teennî size nedâmet vermez. Ve sizi düşman nazarında küçük düşürmez. Benim Resûlullah ile bulunduğum bütün muhârebelere Resûlullah, gündüzün ilk saatinde harp etmezse, (zevalden sonra) tâ rüzgâr esip (öğle sisi geçinceye) namazlar kılınıncaya kadar intizâr etmek i`tiyâdında idi, dedi. (Ve müsâit zamanda taarruz emrini verdi).
Rivâyet olunduğuna göre, şöyle demiştir: Biz Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem ile berâber Tebük`e gazâ etmiştik. (Sefer esnâsında) Eyle Melîk`i (Buhne İbn-i Ru`be Resûlullah`ın huzûruna geldi; sulh oldu; cizye vermeği deruhte etti). Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`e (Düldül adlı) beyaz bir katır hediye etti. Ve Bürd (-i Yemânî) bir libas giydirdi. Resûlullah da ona sâhil boyundaki köyler halkı hakkında bir amânnâme yaz (dırıp ver) di.
Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: Her hangi (mü`min) bir kişi Muâhit ve (Haracgüzâr) bir Zimmîyi (haksız yere) öldürürse, o kişi Cennet kokusu kokamaz. Halbuki (kebâirden kaçınan öbür mü`minler) Cennet kokusunu kırk yıllık mesâfeden duyar.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Hayber fetholunduğu zaman Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`e (Hâris kızı Zeyneb tarafından) içi zehirli (kızartılmış) bir koyun hediye edilmişti. (Bunun zehirli olduğunu vahy ile bilen) Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem (Ashâb`a): - Hayber`de ne kadar Yahûdî varsa onları bana toplayınız! buyurdu. Ashab da toplayıp getirdiler. Resûlullah bunlara hitâb ederek: - Size bir şey soracağım; bana doğru cevap verir misiniz? buyurdu. Yahûdîler: - Evet, doğrusunu söyleriz! dediler. Bunun üzerine Resûlullah Yahûdîlere: - Sizin (ulu) babanız kimdir? diye sordu. Onlar da: - Falandır! diye cevap verdiler. Resûlullah onlara: - Yalan söylediniz, (büyük) babanız falandır, diye yalanladı. Yahûdîler: - Doğru söyledin, diye Resûlullah`ı tasdîk ettiler. Şimdi Resûlullah Yahûdîlere: - Size bir şey daha soracağım. Bana doğrusunu söyler misiniz? diye sordu. - Evet, yâ Ebe`l-Kasim söyleriz. Hem biz yalan söylersek bile bizim yalanımızı bilirsin. Nasıl ki, bizim babamızı bilmiştin! dediler. Bunun üzerine Resûlullah onlara: - Cehennemlik kimlerdir? diye sordu. Yahûdîler: - Biz, az bir zaman Cehennem`de bulunacağız, sonra orada siz bize halef olacaksınız! diye cevap verdiler. Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem de: - Haydi buradan yıkılın! Vallahi Cehennem`de biz size asla halef olamayız! diye onları reddeti. Sonra Resûlullah: - Şimdi (asıl mühim) bir şey soracağım. Buna olsun doğru cevap verir misiniz? diye sordu. Yahûdîler: - Evet, yâ Ebe`l-Kasim! diye cevap verdiler. Resûlullah: - Şu koyu (n kızartması) na zehir koydunuz mu? diye sordu. Yahûdîler: - Evet, koyduk! dediler. Resûlullah: - Bu cinâyete sizi ne sevk etti? demişti. Yahûdîler de: - Biz şöyle düşündük: Eğer sen yalancı (Peygamber) isen (koyunu yer ölürsün) biz de müsterih oluruz. Eğer hakîkî bir Peygamber isen sana bir zarar irişmez! diye cevap verdiler.