Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in su bardağı kırıldığı ve kırık yerine gümüşten bir bağ, (bir kenet) yapıldığı rivâyet olunmuştur. (Âsım Ahvel de: ben bu kadehi gördüm ve teberrüken içine su koyup içtim, dediğini de Buhârî rivâyet ediyor).
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: bizim Ensâr`dan birisini bir oğlu doğmuştu da çocuğa Kasim diye ad koymuştu. Şimdi (o kişinin Ebû Kasim, diye anılmasını hoşlanmıyan) Ensâr ona: - Artık biz seni Ebü`l- Kasim lâkabiyle anmayız ve sana bu doğum sebebiyle. "göz aydın!" diye ikrâm da etmeyiz, dediler. Bu Ensârî de Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`e geldi. Ve: - Yâ Resûla`llah, bir oğlum doğmuştu da onu Kasim diye ad vermiştim. Bunun üzerine Ensâr bana: Biz seni Ebü`l-Kasim lâkabiyle çağırmayız, ve sana göz aydın! Temennîsinde bulunmayız! dediler, (ne buyurulur? diye sordu.) Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem de: Ensâr güzel söylemiştir, buyurdu. (Ve devâm ederek): Ashâbım, benim (Muhammed, Ahmed gibi) bir adımla ad verebilirsiniz. Fakat benim künyemle künyeleyemezsiniz. Çünkü Kasim yalnız benim, (mîrâs, ganîmet gibi malları Allah tarafından niyâbeten aranızda ancak ben taksîm ederim!) buyurdu.
Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in: ben size ne bir şey verebilirim, ne de (verileni) karşılayabilirim. (Veren, vermeyen Allah`tır.) Ben nasıl emr olunduysam (aza az, çoğa çok) öyle taksîm ederim! buyurduğu rivâyet olunmuştur.
Rivâyete göre, Havle: ben Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in: [Birtakım kimseler Allah`ın (müslümanların maslahatlarına tahsîs buyurduğu) malında, haksız olarak tasarruf ederler. Onlar için kıyâmet günüde Cehennem muhakkaktır.] buyurduğunu işittim, demiştir.
Rivâyet olunduğuna göre, Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem Necid tarafına bir fırka asker (teçhîz edip) göndermişti. Abdullah İbn-i Ömer de bu fırka içinde bulundu. Bu askerler birçok deve iğtinâm ettiler. Her birinin hissesine ganîmet olarak on iki, yâhut on bir deve düşmüştü. Bu hisselerine zamîme olarak kendilerine birer deve de (Resûlullah`a âit humüs hisseden) ihsan buyurulmuştur.
Rivâyet olunduğuna göre, (Mekke`nin fethinden sonra) Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem Ci`râne (mevkiin) de (Huneyn ve Hevâzin harbinin) ganîmet (lerini) taksîm etmek üzere iken (Zülhuveysıra denilen) bir kişi Resûlullah`a karşı (küstahâne bir edâ ile) ansızın: - Yâ Resûla`llah, adâlet et! (Şu taksîm, Allah rızâsı kasd olunarak yapılmış bir taksîm değildir!) demişti. Resûlullah da onu: - Eğer ben adâlet etmezsem bedbaht olurum! (Bir rivâyete göre: sen bedbaht olursun!) cevâbiyle karşıladı.
Rivâyet olunduğuna göre, Ömer`e Huneyn harbi esirlerinden iki câriye düşmüş ve bunları Mekke`deki evlerden birisine koymuştu. (Bu hadîsin ikinci râvîsi Nâfi`) demiştir ki: Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem Huneyn esirlerini âzadladı. Onlar da sokaklarda dolaşmağa, koşmağa başladılar. Bunun üzerine Ömer, oğlu Abdullah`a: - Yâ Abda`llah! Bu ne haldir? Bak, gör, dedi. (O da sokaklarda ileri, geri koşan binlerce câriye kalabalığının sebebini soruşturarak öğrenip geldi de: - Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem bütün câriyeleri âzadlamıştı, diye cevap getirdi, Ömer de oğluna: - Haydi sen de git, o iki câriyeyi salıver! dedi.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur. Bedir (harbi) günü ben (harb) saffında durup sağıma, soluma baktığım zaman Ensâr`dan genç yaşlı iki delikanlı gözüme ilişti. Bunlardan harba, darba en elverişlisiyle bulunmak istedim. Bu iki gençten biri beni gözü ile süzdü de bana dönerek: - Ey ammi! Ebû Cehl`i tanır mısın? diye sordu. Ben de: - Evet tanırım, dedim, ve: Ey kardeşim oğlu! Ebû Cehl`i ne yapacaksın? diye sordum. O da: - Bana haber verildiğine göre, Ebû Cehl Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`e sebbedermiş. Hayâtım irâde ve kudretinde olan Allah`a yemîn ederim ki, onu bir görürsem artık benimle ondan eceli yakın olan ölünceye kadar şahsım, onun şahsından asla ayrılmayacaktır, dedi. (Bir gencin heyecan hâlinde söylediği) kat`î şusöze (doğrusu) hayret ettim. Bu iki gençten öbürüsü de beni gözden geçirerek diğerinin söylediği gibi söyledi. (Bu sırada) gözlerim hiç bir tarafa takılmadan ben Ebû Cehl`i görmüştüm. O, Kureyş askeri içinde (hiç durmadan ileri geri) dönüp duruyordu. Ben: - Gençler! Öteye beriye telâşla giden şu şahıs, bana o sorup savuşmak istediğiniz Ebû Cehil`dir, dedim. Onlar da hemen inerek kılıçlarına sarıldılar. Ve Ebû Cehl`i öldürünceye kadar kılıç darbesine tuttular. Sonra dönüp Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in huzûruna geldiler. Ve hâdiseyi arz ettiler. Resûlullah: - Ebû Cehl`i hanginiz öldürdü? diye sordu. Bunlardan her biri: - Ben öldürdüm, dedi. Resûlullah kılıçlarınızı sildiniz mi? diye sordu. Onlar: - Hayır, silmedik diye cevap verdiler. Bunun üzerine Resûlullah: (kılıçlarına ne kadar kan bulaştığını ve ne derece derinlikte battığını anlamak için,): genç gazîlerin kılıçlarını tetkîk edip gözden geçirdi. (Tatyîb için): - İkiniz öldürmüşsünüz! buyurdu. Fakat Ebû Cehl`in ele geçen eşyâsını (bunlardan) Muâz İbn-i Amr İbn-i Cemûh`a verdi. (Çünkü maktûlün metrûkâtına istihkakı îcâb eden şer`î katil, ihsandır. Ebû Cehl`i ihsân eden yâni çok yaralayan ve karnını deşen İbn-i Cemûh idi). Bu iki Mücâhid Muâz İbn-i Afrâ ile Muâz İbn-i Amr İbn-i Cemûh idi.
Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in: Ben Kureyş`e (Müslümanlığa) ısınmaları arzusiyle (ganîmet malından çok hisse) verdim. Çünkü onlar câhiliyet devrine yakındırlar, buyurduğu rivâyet olunmuştur.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Allahu Teâlâ`nın Hevâzin (harbindeki ganîmet) mallarından Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`e fey` olarak ne verse verdiği zaman, Resûlullah`ın da Kureyş`ten birtakım kimselere (kalblerini tatyîb için) yüzer deve ayırdığı zaman Ensâr`dan bâzı kimseler: - Allah, Resûlullah`ı yarlıgasın! O, Kureyş`e veriyor da bizi bırakıyor. Halbuki kılıçlarımızdan hâlâ Kureyşîlerin kanları damlayor, demişlerdi. Enes (sözüne devâm edip) demiştir ki: Ensâr`ın bu sözü Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`e duyuruldu da Resûlullah Ensâr`a haber gönderip onları deriden bir çadır içinde toplattı. Ensar`dan başka kimseyi onların yanına bırakmadı. Ensar toplayınca Resûlullah yanlarına geldi. Ve: - Ey Ensâr! Sizin tarafınızdan söylenmiş olan bir söz bana erişti, buyurdu. Ensâr`ın söz anlayanları: - Yâ Resûla`llah! Bizim re`y sâhiblerimiz hiç bir söz söylemezler, (ve söylememişlerdir) dediler. (Müellif Zebîdî der ki:) Hevâzin ganîmetinin taksîmine ve esirlerinin ıtlakına dâir olan hadîs uzunca (bir metin ile) yukarıda geçmiştir.