Rivâyete göre, şöyle demiştir: Nâs, Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`e (geleceğe âit) hayır (lı işler) den sorarlardı. Ben de (tersine İslâm ümmetine gelecek) şerden -o şerrin bana erişmesinden korkarak- sorardım. Bu endîşe ile bir kere: - Yâ Resûla`llah! Biz vaktiyle câhiliyet devrinde şirk ve küfr içinde idik. Sonra Allah`ın Peygamber`i şu İslâm umdeleriyle bize geldi. Bu hayır ve saâdetten sonra, gelecek bir şer ve fitne var mıdır? diye sordum. Resûlullah: - Evet vardır, buyurdu. Ben: - O şerden ve fitneden sonra bir hayır ve salâh var mıdır? dedim. Resûlullah: - Evet, bir hayır ve salâh vardır. Fakat onun içinde bâzı şerr-ü fesâd bulunacak (hayırı bulandıracak, safvetini bozacak) buyurdu. Ben: - O hayrın (temizliğini bulandıran) kiri nedir? diye sordum. Resûlullah: - O devrin âmirlerinden bir zümre, ümmeti, benim sünnetim hilâfına idâre edecekler. Sen o devrin âmir ve vâlîlerinden bâzılarının hareketlerini (ma`rûf bulup) tasvîb, bâzılarının hareketlerini de (münker bulup) red edeceksin! buyurdu. Ben: - Yâ Resûla`llah! Bu karışık hayır devrinden sonra yine bir şerr-ü fesad devri hulûl edecek midir? dedim. Resûlullah: - Evet edecektir. O devirde bir takım dâîler (çığırtkanlar) halkı Cehennem kapılarına çağıracak. Her kim onların da`vetine icâbet ederse, onu Cehennem`e atacaklar, buyurdu. Ben: - Yâ Resûla`llah! Bu da`vetçileri bize vasfetseniz! dedim. Resûlullah: - Onlar bizim milletimizden insanlardır. Bizim dilimizle (bizim azîz duygularımıza seslenerek) konuşurlar. (Halbuki gönüllerinde hayırdan eser yoktur) buyurdu. Ben: - Yâ Resûla`llah! O (uğursuz) devir bana yetişirse (ben o devirde yaşarsam) nasıl hareket etmemi emredersiniz? dedim. Resûlullah: - İslâm cemâatine mütâbaat, ve onların devlet reîsine mutâvaat eyle! (Devlet reîsi zulmederse, seni divğr, malını alırsa bile sözünü dinle, itâat eyle!) buyurdu. Ben: - Yâ Resûla`llah! Onlar cemâat hâlinde değiller (de bozgunculukla parçlanmışlar) sa, başlarında devlet reîsi de yoksa, dedim. Resûlullah: - O fırkaların hepsinden ayrıl! (Evine çekil!). Velev ki bu i`tizâl, bir ağaç kökünü ısırman sûretiyle (meşakkatli) olsa bile. Artık ölüm erişinceye kadar bu i`tizâl üzere bulun! buyurdu.
Rivâyete göre, şöyle demiştir: Ben size Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem (dilin) den bir şey haber verdiğimde (onu bir hakîkat olarak kabûl ediniz!) And olsun ki, gökten düş (erek öl) mem bana Peygamber`in dilinden yalan uydurmaktan daha sevimlidir. Fakat benimle sizin aranızda görüştüğümüz sıra size bir şey haber verdiğimde (ta`rîz etmiş olabilirim). Çünkü (muhâvere de bir harptir) harp (ise) hud`adır, (söz üstünlüğü de zaferidir). Ben Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğunu işittim: - Âhır-zamanda yaşları küçük, tecrübeleri kıt bir zümre yetişecektir. Onlar (Hâricîler gibi mahlûkatın hayırlısı olan) Peygamber`in teblîgatından bahsedecekler. Fakat bunlar (şiddetle atılan) okun av (ı delerek av) dan öte çıktığı gibi İslâm (dînin) den hemen çıkıvereceklerdir. Onların îmanları boğazlarından öte geçmiyecektir. Siz onlara nerede rast gelirseniz hemen öldürünüz. Çünkü (bunlar bozguncudur) bunları öldürmekte, öldüren kişiye kıyâmet gününde ecr-ü sevâb vardır.
Rivâyete göre, şöyle demiştir: (İslâm`ın ilk günlerinde bir gün) Resûlullah salla`llahu aleyhi ve sellem Kâ`be`nin gölgesinde kaftanın yastık ederek dayandığı bir sırada kendisine (Kureyş müşriklerinin işkencelerinden) şikâyet etmiştik: - Yâ Resûla`llah! Bizim için Allah`dan nusrat, (müşriklere galebemizi) dileyemez misin? (Bunların zulmünden) halâsımız için Allah`a duâ edemez misin? demiştik. Resûlullah şöyle buyurdu: - (Ashâbım, sabrediniz!) Sizden önceki ümmetler içinde öyle (mazlûm) kişi bulunmuştur ki, müşrikler tarafından onun için yerde bir çukur kazılır, o (zavallı) kişi o çukura (başı meydanda kalarak) gömülürdü. Sonra bir testere getirilir. Başı üstüne konularak ikiye bölünürdü de (bu işkence) o mü`mini dîninden döndüremezdi. (Bir başkasına da) demir taraklarla etinin altındaki kemiği ve siniri taranı (larak işkence edi)lirdi de işkence o mü`mini dîninden çeviremezdi. Ashâbım! Allah`a yemîn ederim ki, şu İslâm dîni her halde ve muhakkak sûrette kemâle erecektir. Bir derecedeki, bir süvari (yalnız başına) San`a`dan Hadramut`a kadar (selâmetle) gidecek, Allah (Azze ve Celle) den başka hiç bir şeyden korkmıyacaktır. Yâhut (yolcu) koyun sâhibi (ise) koyunu üzerine kurt saldırmasından korkacaktır. Fakat Ashâb`ım acele ediyorsunuz!
Rivâyete göre, Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem bir ara Sâbit İbn-i Kays`i kaybetmiş (görememiş) ti. (Sâbit İbn-i Kays`e ne oldu; hiç görünmiyor? diye sordu.) Ashâb`dan birisi: - Yâ Resûla`llah! Ben Sâbit`in hâl ve şânını sizin için öğrenirim! dedi. Ve o zât Sâbit`e gitti. Onu, evinde başını eğerek oturur bir halde bulmuş ve: - Ne haldesin? diye sormuş. O da: - Hâlim yaman kötü!. (Sâbit:) sesini Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in sesinden ziyâde yükseltir bir kimsedir. Onun şimdiye kadar işlediği hayır ve ibâdet hiç olmuştur. Artık Sâbit cehennemliktir, diye cevap vermiş. Bu adam da Resûlullah`a gelerek Sâbit şöyle söyledi, diye haber vermiştir. O Sahâbî ikinci def`a Sâbit`in yanına büyük bir müjde ile dönüp gitmiştir. Şöyle ki: Resûlullah Efendimiz o Sahâbî`ye: - Sâbit`e git, ona: Sen cehennemlik kişilerden değilsin, belki cennetlik bahtiyarlardansın, de! buyurmuştur.
Şöyle dediği rivâyet olunmuştur: Ashâb`dan) bir kişi (Üseyd İbn-i Hudayr, bir gece) Kehf (Sûresin) i okumuştu. Evinde de bir atı vardı. Bu sırada at ürkmeğe, deprenmeğe başladı. Bunun üzerine Üseyd: Yâ Rab, Sen âfetten emîn kıl! diye duâ etti. Hemen Üseyd`i duman gibi bir şey, yâhut bir bulut kapladı. Sonra (Üseyd) bu vâkıayı Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`e hikâye etti. Resûlullah: - Oku ey kişi, durma oku! (Bu tecellîyi ganîmet bilerek her gece Kur`ân oku!). Çünkü o bulut gibi görülen şey Sekîne idi. (Allah`ın sekîneti, vekarı, rahmeti hâmil olan bir mahlûku idi.) Kur`ân dinlemek için, yâhut Kur`ân`ı tebcîl için inmişti, buyurdu.
Rivâyete göre, Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem bir kere İyâde (hasta, hatırı sormak) için (Kays İbn-i Ebî Hâzım adında) bir a`râbîyi ziyârete gitmişti. İbn-i Abbâs der ki: Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem İyâde için bir hastanın yanına gittiğinde ona: zararsız geçmiş olsun, günahlarına kefârettir inşâ-Allah, demek i`tiyâdında idi. Bu a`râbîye de: - Hastalığın zararsız geçmiş olsun, günahlarına keffârettir inşâ-Allah, duâsında bulundu. A`râbî ise Resûlullah`a: - Sen, günahlarına keffârettir; geçmiş olsun, diyorsun, fakat hiç de öyle (geçici bir hastalık) değildir. Belki ergin bir ihtiyar hasta üzerinde (harâreti) galeyân edip onu kabirleri ziyârete gönderen hummâ hastalığıdır, di(yerek Resûlullah`ın duâsını karşıla)dı. Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem de: - Şu halde pek iyi (öyle olsun!) buyurdu.
Rivâyete göre, şöyle demiştir: (Neccar oğullarından) Hiristiyan bir kişi vardı. Sonra müslüman olmuştu. Bakare ve Âl-i İmrân (Sûrelerini) okumuştu. Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`e de vahiy kâtipliği yapmıştı. Bu adam sonra geri, Hiristiyanlığa döndü. (Ve kaçarak Hiristiyan câmiasına ihtihâk etti. Hiristiyanlar onu yüksek makamlara çıkardılar) Bu mürted: Muhammed bir şey bilmez. Yalnız benim kendisine yazdığım şeyleri bilir, demeğe başladı. Ve (aradan çok bir zaman geçmeden) Allah onu (kavmi içinde boynunu vurdurup) öldürdü. Hiristiyanlar defnettiler. Fakat sabah olunca gömüldüğü yer onu dışına atmıştı. Bunun üzerine Hiristiyanlar: bu Muhammed ile Ashâb`ın işidir. Onların arasından çıkıp kaçtığı için bu din kardeşimizin ölüsünden kefenini soydular ve onu (meydanda) bıraktılar, diye iftirâ ettiler. Ve derin bir çukur kazarak onun içine bıraktılar. Fakat sabah olunca gömüldüğü yerin onu (yine) dışına attığı görüldü. Hiristiyanlar yine: Bu, Muhammed ve Ashâb`ının işidir. Onların arasından çıkıp kaçtığı için bu din kardeşimizin ölüsünden kefenini soydular ve onu kabrin dışında bıraktılar, dediler. Ve bir yerde yine bir çukur kazdılar, güçleri yettiği derecede derinleştirdiler. Fakat sabah olunca o yerin onu dışına attığı görüldü. Bunun üzerine Hiristiyanlar bu işin kullar tarafından yapılmadığını anladılar. Ve onu açıkta bıraktılar.
Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: Câbir (evlendiği sırada) Resûlullah: - Câbir, etrâfı saçaklı oda döşeleriniz var mı? diye sordu. Câbir: - Bizde öyle döşeler nereden olacak! diye cevap verdi. Resûlullah: - Fakat yemîn edebilirim ki, yakında sizin öyle süslü döşeleriniz olacaktır, buyurdu. (Mu`cize olarak hakîkaten ağır döşeleri oldu. Câbir der ki, ben kadınıma:) - Şu süslü döşelerini gözümün önünden kaldır! derdim. O da bana: - Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem: Sizin yakında süslü ev döşeleriniz olacaktır! buyurmadı mı? derdi. Bunun üzerine ben de bu mefrûşâtı yerinde bırakırdım.
Rivâyete göre Müşârün-ileyh, (Kureyş eşrâfından) Ümeyye İbn-i Halef`e: - Muhammed salla`llahu aleyhi ve sellem`den işittiğime göre, seni Muhammed öldüreceğini söylüyor, dedi. Ümeyye: - Beni mi öldürecek? diye sordu. Sa`d: - Evet, (seni öldürecek, dedi.) Ümeyye: - Muhammed bir söz söylerse, onun yalan olmak ihtimâli yoktur, dedi. Ve hakîkaten Allah Ümeyye`yi (bir mu`cize olarak) Bedir (gazâsın) da öldürdü. Bu hadîste bir vâkıa rivâyet olunmuştur ki, şu hadîs o vâkıadan bir parçadır.
Rivâyete göre, Cibrîl aleyhi`s-selâm (bir insan güzeli olan Dihyetü`l-Kelbî sûretinde) Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`e gelmişti. Bu sırada Resûlullah`ın yanında (Peygamber`in kadınlarından) Ümm-i Seleme bulunuyordu. Cibrîl, Resûlullah ile konuşmağa başladı. Sonra kalkıp gitti. Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem Ümm-i Seleme`ye: - Bu kimdir? diye sordu. Yâhut buna benzer bir sorgu söyledi. Ümm-i Seleme: - Bu Dihye`dir! dedi. Ümm-i Seleme der ki: Allah`a and ederim ki, Nebî salla`llahu aleyhi ve sellem`in Cibrîl`den (aldığı vahyi Ashâb`a) haber vermek üzere îrâd ettiği hutbesini işitinceye kadar ben Cibrîl`i hiç şüphesiz Dihye sandım. (Râvî der ki:) Ümm-i Seleme, ya böyle ve yâhut buna benzer bir söz söyledi.